Akılcılık Mürcıe ve Ebu Hanife Çizgisinde Bir Oluşum Olarak Ashabu'r - Rey

Stok Kodu:
9786257002295
Boyut:
135-210
Sayfa Sayısı:
270
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2019-12
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
%20 indirimli
14.18
11.34
9786257002295
485255
Akılcılık Mürcıe ve Ebu Hanife Çizgisinde Bir Oluşum Olarak Ashabu'r - Rey
Akılcılık Mürcıe ve Ebu Hanife Çizgisinde Bir Oluşum Olarak Ashabu'r - Rey
11.34
Akıl, insanın en temel vasfıdır. Akıl sahibi olma noktasında tüm insanlar eşit olmakla birlikte, bütün
insanların aklını diğerleriyle eşit bir şekilde kullandığını söylemek mümkün değildir. Bu durumu etkileyen
pek çok faktörden söz edilebilir. En genel ifadesiyle, sosyal çevre, biyolojik yapı ve zihinsel hazır olma
durumu bu farklılığın en temel etkenlerindendir. Bununla birlikte tüm bu farklılıklara rağmen akıl, insanın
olduğu her yerde nüfuzunu korumuştur.
Dinin kendisinin, insanın akılla olan bu yakın ilişkisini yadırgamadığı hatta tavsiye ettiği bir gerçektir. İslâm
düşüncesi içerisinde de akıl, inananlar nezdinde nüfuz alanını daima muhafaza etmiştir. Çünkü bizzat
Kur'an'da aklın insan için ehemmiyeti sık sık vurgulanmış ve insanlara akıl yürütmeleri tavsiye edilmiştir.
Üstelik Kur'an, muhatap olarak doğrudan akıl sahiplerini almış, zanna ve hevaya uyanları muhatap olarak
kabul etmemiştir. Böylece, dini anlama noktasında akıl, İslâm dininin de bunu öngören ilkelerinin etkisiyle
ana kaynaklardan biri olarak kabul edilmiştir. Bu yönüyle akıl, tüm inananların mecburi dayanak noktası
olmakla birlikte, özellikle itikadî, siyasî ve fıkhî meselelere tatbik edilmesi, kişilerin zihniyet yapılarının
elverdiği ölçüde gerçekleşmiştir. Bu yüzden bazı kimseler, akla diğerlerine göre daha fazla önem vermişler
ve siyasî, itikadî ve fıkhî meselelerde farklı bir tavır geliştirmişlerdir. İslâm düşüncesinde aklın nüfuz alanını
genişleten bu kimseler, en genel olarak akılcı şahsiyetler olarak isimlendirilecektir. Zira özellikle Hicrî
birinci asırda, aklın kullanımının sadece bazı gruplar ekseninde sınırlı kalmadığı görülmektedir. Henüz Hz.
Peygamber zamanında aklın nüfuzunu genişleten söylemlere yer verilmiş, sahabe içerisinden de pek çok
kimse bunu mecbur bırakan zihniyet yapıları gereği Kur'an'ın aklı kullanma konusundaki tavsiyelerini uyma
konusunda çaba göstermişlerdir. İslâm düşüncesi içerisinde akla verilen bu öneme rağmen, sahip oldukları zihin yapısı gereği, aklın
kullanımını bir sorumluluk olarak göremeyen ve aklın bilgi kaynağı olarak kullanılmasını doğru görmeyen
bazı kimseler tarafından aklın özellikle dini algılama noktasındaki nüfuzu yadırganmıştır. Bu durum aklın
İslâm düşüncesi içerisindeki hâkimiyet alanını tartışma mevzuu haline getirilmiştir. Aklın dini meseleler
üzerinde kullanımı Hicrî ikinci asırdan itibaren Ashâbu'l-Hadîs tarafından ciddi bir şekilde tenkit edilmiştir.
Şüphesiz bu söylem biçiminin aklın İslâm düşüncesi içerisindeki yeri hakkındaki iddialarını bir zihniyet
sorunu olarak görmek gerekir. Ancak bu sorununun tezahürlerinin günümüze kadar uzanmış olması bizi
İslâm düşüncesi içerisinde varlığı göz ardı edilemeyen akılcı damarın tezahürlerini ortaya koymaya
yöneltmiştir.
Bu yönüyle öncelikle, biz bu çalışmamızda aklın kullanımının Hazreti Peygamber ile başlayan ve sahabe ve
tabiun ile devam eden toplumsal tezahürlerine, siyasî meseleler üzerinde özelikle Mürciî önderler tarafından
yürütülen ve akılcılık fikri gereği geliştirilen birlik ve eşitlik fikrine ve îtikâdî meseleler üzerinde kafa
yormayı tercih eden tüm akılcı şahsiyetlere ve fikirlerine yer vereceğiz. Ardından İslâm düşüncesi içerisinde
akılcı zihin yapısıyla, dini doğru anlama noktasında vazgeçilmez bir yeri olan ve akılcılığın önderlerinden
olan Ebû Hanife'nin zihin yapısının îtikâdî ve fıkhî görüşleri üzerindeki tezahürlerinden bahsedeceğiz.
Üçüncü bölümde ise Ashâbu'r-Rey ve Ashâbu'l-Hadîs ekseninde gerçekleşen ve Ebu Hanife ve ashabının
odak noktasını teşkil ettiği farklılaşmanın boyutlarını ortaya koymaya çalışacağız.
Beni bu konuyu çalışmaya teşvik eden ve fikirleriyle bana her daim yön veren değerli danışman hocam Prof.
Dr. Hasan Onat'a, çalışmamın her aşamasında desteğini esirgemeyen ve konu hakkındaki çalışmalarından
çokça istifade ettiğim kıymetli hocam Prof. Dr. Sönmez Kutlu'ya, değerli yardımlarından ötürü Prof.Dr.
Fatih Yahya Ayaz'a ve Doç Dr. Yusuf Gökalp'e teşekkürlerimi sunarım. Son olarak desteğini ve varlığını
her daim yanımda hissettiğim çok değerli dostum Aygül Düzenli'ye, çalışmalarımın güçlüklerine katlanan ve
her daim destekçim olan sevgili eşim Sadık Eren'e ve hayatım boyunca bana öğrettiklerini en kıymetli
hazinem olarak gördüğüm sevgili anne ve babama teşekkürlerimi sunarım.
Akıl, insanın en temel vasfıdır. Akıl sahibi olma noktasında tüm insanlar eşit olmakla birlikte, bütün
insanların aklını diğerleriyle eşit bir şekilde kullandığını söylemek mümkün değildir. Bu durumu etkileyen
pek çok faktörden söz edilebilir. En genel ifadesiyle, sosyal çevre, biyolojik yapı ve zihinsel hazır olma
durumu bu farklılığın en temel etkenlerindendir. Bununla birlikte tüm bu farklılıklara rağmen akıl, insanın
olduğu her yerde nüfuzunu korumuştur.
Dinin kendisinin, insanın akılla olan bu yakın ilişkisini yadırgamadığı hatta tavsiye ettiği bir gerçektir. İslâm
düşüncesi içerisinde de akıl, inananlar nezdinde nüfuz alanını daima muhafaza etmiştir. Çünkü bizzat
Kur'an'da aklın insan için ehemmiyeti sık sık vurgulanmış ve insanlara akıl yürütmeleri tavsiye edilmiştir.
Üstelik Kur'an, muhatap olarak doğrudan akıl sahiplerini almış, zanna ve hevaya uyanları muhatap olarak
kabul etmemiştir. Böylece, dini anlama noktasında akıl, İslâm dininin de bunu öngören ilkelerinin etkisiyle
ana kaynaklardan biri olarak kabul edilmiştir. Bu yönüyle akıl, tüm inananların mecburi dayanak noktası
olmakla birlikte, özellikle itikadî, siyasî ve fıkhî meselelere tatbik edilmesi, kişilerin zihniyet yapılarının
elverdiği ölçüde gerçekleşmiştir. Bu yüzden bazı kimseler, akla diğerlerine göre daha fazla önem vermişler
ve siyasî, itikadî ve fıkhî meselelerde farklı bir tavır geliştirmişlerdir. İslâm düşüncesinde aklın nüfuz alanını
genişleten bu kimseler, en genel olarak akılcı şahsiyetler olarak isimlendirilecektir. Zira özellikle Hicrî
birinci asırda, aklın kullanımının sadece bazı gruplar ekseninde sınırlı kalmadığı görülmektedir. Henüz Hz.
Peygamber zamanında aklın nüfuzunu genişleten söylemlere yer verilmiş, sahabe içerisinden de pek çok
kimse bunu mecbur bırakan zihniyet yapıları gereği Kur'an'ın aklı kullanma konusundaki tavsiyelerini uyma
konusunda çaba göstermişlerdir. İslâm düşüncesi içerisinde akla verilen bu öneme rağmen, sahip oldukları zihin yapısı gereği, aklın
kullanımını bir sorumluluk olarak göremeyen ve aklın bilgi kaynağı olarak kullanılmasını doğru görmeyen
bazı kimseler tarafından aklın özellikle dini algılama noktasındaki nüfuzu yadırganmıştır. Bu durum aklın
İslâm düşüncesi içerisindeki hâkimiyet alanını tartışma mevzuu haline getirilmiştir. Aklın dini meseleler
üzerinde kullanımı Hicrî ikinci asırdan itibaren Ashâbu'l-Hadîs tarafından ciddi bir şekilde tenkit edilmiştir.
Şüphesiz bu söylem biçiminin aklın İslâm düşüncesi içerisindeki yeri hakkındaki iddialarını bir zihniyet
sorunu olarak görmek gerekir. Ancak bu sorununun tezahürlerinin günümüze kadar uzanmış olması bizi
İslâm düşüncesi içerisinde varlığı göz ardı edilemeyen akılcı damarın tezahürlerini ortaya koymaya
yöneltmiştir.
Bu yönüyle öncelikle, biz bu çalışmamızda aklın kullanımının Hazreti Peygamber ile başlayan ve sahabe ve
tabiun ile devam eden toplumsal tezahürlerine, siyasî meseleler üzerinde özelikle Mürciî önderler tarafından
yürütülen ve akılcılık fikri gereği geliştirilen birlik ve eşitlik fikrine ve îtikâdî meseleler üzerinde kafa
yormayı tercih eden tüm akılcı şahsiyetlere ve fikirlerine yer vereceğiz. Ardından İslâm düşüncesi içerisinde
akılcı zihin yapısıyla, dini doğru anlama noktasında vazgeçilmez bir yeri olan ve akılcılığın önderlerinden
olan Ebû Hanife'nin zihin yapısının îtikâdî ve fıkhî görüşleri üzerindeki tezahürlerinden bahsedeceğiz.
Üçüncü bölümde ise Ashâbu'r-Rey ve Ashâbu'l-Hadîs ekseninde gerçekleşen ve Ebu Hanife ve ashabının
odak noktasını teşkil ettiği farklılaşmanın boyutlarını ortaya koymaya çalışacağız.
Beni bu konuyu çalışmaya teşvik eden ve fikirleriyle bana her daim yön veren değerli danışman hocam Prof.
Dr. Hasan Onat'a, çalışmamın her aşamasında desteğini esirgemeyen ve konu hakkındaki çalışmalarından
çokça istifade ettiğim kıymetli hocam Prof. Dr. Sönmez Kutlu'ya, değerli yardımlarından ötürü Prof.Dr.
Fatih Yahya Ayaz'a ve Doç Dr. Yusuf Gökalp'e teşekkürlerimi sunarım. Son olarak desteğini ve varlığını
her daim yanımda hissettiğim çok değerli dostum Aygül Düzenli'ye, çalışmalarımın güçlüklerine katlanan ve
her daim destekçim olan sevgili eşim Sadık Eren'e ve hayatım boyunca bana öğrettiklerini en kıymetli
hazinem olarak gördüğüm sevgili anne ve babama teşekkürlerimi sunarım.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat