Allah'a Nasıl Münacat'da Bulunmalı

Stok Kodu:
3002877100029
Boyut:
115-165
Sayfa Sayısı:
80
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
5
Basım Tarihi:
2000
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
%20 indirimli
1.50
1.20
3002877100029
64600
Allah'a Nasıl Münacat'da Bulunmalı
Allah'a Nasıl Münacat'da Bulunmalı
1.2
Ey Âlem-i Ervahda vücûd-i rûhîsi ile Rabbisi ile muâhede yapan ve Allah'na: "Yâ Rab! Sen beni 'Ahsen-i takvim' srrna mazhar kldn, cemâl ve celâl sfatlarnla tahmîr etdin, tynet-i Âdem'e eref-i mescûdiyyeti bahetdin, bu keyfiyyeti eytan mütâlea edemediinden dolay "kör" tesmiye olundu da huzûr- cemâlinden kouldu, ben Senin büyük büyük in'âmn unutmayacam, Sana ve Senin muhabbetinin sureti olan Habîbine hiçbir ey'i tercih etmeyeceim, insânî seciyyemi ayak altna almayacam, Senden gayrisine tapmayacam, senden gayr gayem, Senden baka kblem olmayacak, mahz- lûtf- fazlnla kendine muhâtab tutduun vech-i insânîmi Senden gayr bir yere çevirmeyeceim, Sana irk komayacam, zâlime, küfre, münâfka meyletmeyeceim" diye söz verip bu âleme bu sözünün imtihân için gelen, doumuyla Hükûmet-i Sübhânî'nin ahz- askerinde silâh altnda bulunan, ölümü ile de terhîs edilen insan olu! Dikkat et! Ksa zamanda bu sahne-i âlemde yaplacak olan bu sözlerinin imtihânndan gafil olma. Sakn eytan gibi kendine sahte bir varlk verip de "Ebâ" ve "stikbâr" elleriyle enâniyyetin ipine smsk sarlma. Zîra o ip seni çeker, hüsrân- ebedî gayyâsna düürür de zelîl olursun. Bu imtihandan aln akyla çkmak istersen, Kur'ân- Mübîn'den, o gurûbu olmayan günein nûrundan feyz almaya çal, ahkâmna mutâvaat et, derinliklerine dal, onda beyân olunan kssalardan hisseni al. O Kitâb- Celîl'de bilhâssa peygamberlerin her birinin Rablerine kar olan nâmütenâhî hikmetle dolu münâcâtn, niyâzn iit, Allah'a hangi zamanda, nasl, ne ekilde münâcât olunacan bil. Meselâ bu münâcât ve ne mühim bir vesîle-i icâbetdir: öyledir: "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn" (21'nci sûre: Enbiyâ, âyet: 87) Hazret-i Yûnus, bir gecenin kopkoyu karanlnda, deniz kudurmu dalagalaar dalar gibi yükseldii bir anda denize atlyor, büyük bir balk da onu yutuyor. Ve o anda her tarafdan ümid kesilmi, esbâb tamamen sukut etmi, iltica' olunacak hiçbir yer kalmam ... te "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn" münâcât Hazret-i Yûnus en sür'atli bir kurtulu vâstas oluyor. Zîra Hazret-i Yûnus, orada kendisinin imdâdna yetiecek öyle bir zât aryordu ki: Hükmü hem geceye, hem denize, hem cevv-i semâya geçecek bir kudretin sâhibi olsun. Çünki gece, deniz, balk üçü birden onun aleyhinde ittifak etmilerdi ... binâen'aleyh onu sâhil-i selâmete çkaracak öyle bir zât lâzmd ki, her zerre Onun emr ü kumandas tahtnda kprdanabilsin, her ey Onun emrine müsahhar olsun. Zîra o anda bütün esbâbn te'sîri dümü... Bütün hâlk Hazret-i Yûnus'un hizmetkâr olsa, bütün kasalar emrine âmâde bulunsa hiçbir faydas kalmam... Müsebbibü'l-esbâb'dan, evet Allah'dan baka halâskâr yok !.. te srr- ehadiyyetin nûr- tevhidi olan o münâcât; o geni zulmeti, o kuvvetli ittifak parçalam, geceyi, denizi ve bal Yûnus'a müsahhar klm, o nûr; baln karnn bir tahtelbahr hükmüne getirmi, dalar gibi kabaran, kaynayan denizi; o nûr- tevhid emniyetli bir sahra, bir meydan, bir tenezzühgâh klm, semânn yüzünü bulundurtmu. Evet... yine o nûr- tevhid, her tarafdan gelen tehdidi parçalam, bütün eya Yûnus'a dostluk yüzünü göstermi ... Âyet-i celîlenin srrn kendinde de tatbik edebilirsin: Âtîyi görmemekliin senin için ne karanlk bir gece, u gördüün, üstünde gezdiin küre ne dibi olmayan bir deniz, her gün gözünün önünde binlerce cenaze o denizin ne korkunç dalgalar, iklîm-i vücûde çöreklenmi olan "nefs-i emmâre", hayât- ebedîni bomaya çalan ne acâib bir balkdr. O hâlde bu zulmetden nûre çkmak için Müsebbibü'l Esbâb olan Allah'a iltica et! Acz-i mahz içinde kvranan, ufak bir mikrobun te'sîriyle yuvarlanan, anahtar deliinden geçen ince bir rüzgârla tepelenen insan, Müsebbibü'l-Esbâb'a iltica ederek "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî minezzâlimîn" demeli, bu münâcât dâima tekrâr etmeli. "Lâ ilâhe illâ ente" cümlesiyle: stikbâli, "Sübhâneke" kelimesi ile: Dünyây, "nnî küntü minezzâlimîn" lâfz ile : Merhamet-i lâhîyi kendine celbetmelidir. Gönül evinin kedûrât silinmeli, o ev, îmânn nûru ve Kur'an'n mehtâb ile aydnlanmaldr. Binâen'aleyh: "nneddiyne ndallâhil islâm" (3'üncü sûre: Âl-i Imrân, âyet: 19) sefîne-i muazzamasna binen; hiçbir dalgann, hiçbir ey'in te'sîri olmadan seyahat eder, o dalgalar ona dehet ve vahet yerine, ibret verir. Çünki dalâlet ve gaflet sebebiyle aleyhimize ittifak eden her korkulu eyden bizi ancak o Zât- Bârî kurtarabilir. Dünya Onun hükmünde, nefsimiz Onun taht- idâresindedir. Yerin ve Göklerin hâlikdr. Ondan büyük, Ondan gayr halâskâr olmaz. Bizi dünya denizinden, nefs-i emmâre belndan kurtaracak yine ancak Odur. imdi bir de Hazret-i Eyyûb'un sabrn ve bu sabr neticesinde Cenâb- Hakk'a olan münâcâtn, dolaysiyle sabr nedir, sabrl insan kime denir, bu sahne-i âlemde bunun en yüksek misâlini kim vermidir' Bunlar örenelim: Evet, bu sahne-i ühûdda sabrn en yüksek misâlini Hazret-i Eyyûb vermi, alaca ecrin mükâfatn düünerek kazâ-i ilâhîye boyun kesmi, o mehûr hastalnn zdrabna çok kuvvetli tehammül ederek böylece sabrn mümessili olmudur. "Ve eyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyeddurru ve ente erhamürrâhmiyn" te bu âyet-i celîle ile Cenâb- Hak, sfât- ilâhisinden bir sfat olan sabr sfâtiyle muttasf bulunan Hazret-i Eyyûb'un ne vakit Allah'a münâcât etdiini i'lân ediyor: Vaktâ ki zdrab Hz. Eyyûb'un kalbi ile diline sirâyet etti: "Ya Rabbi! Tesbîhime âlet olan lisânmda ve ma'rifet-i ilâhînin mahalli bulunan kalbimde ârzann zuhûru, kulluk vazifeme halel veriyor. Bu münâcâtm kendi istirahatim için deil, hastalm, sana olan ubûdiyyetime halel geldi. Beni bunlardan mahrûm etme ..." diye Cenâb- Hakk'a yalvarmaya balad. Cenâb- Hak da, mütedarrâne, sâfi, garazsz, Allah için olan bu niyâz, dergâh- icâbetde gayet güzel kabûl etti ... Hazret-i Eyyûb, "âfi" isminin tam tecellîsi karsnda kald. Erhamerrâhymiyn'in merhametine mazhar oldu. imdi, ey îman caddesini ihtiyâr ederek yürümek isteyen Âd
Ey Âlem-i Ervahda vücûd-i rûhîsi ile Rabbisi ile muâhede yapan ve Allah'na: "Yâ Rab! Sen beni 'Ahsen-i takvim' srrna mazhar kldn, cemâl ve celâl sfatlarnla tahmîr etdin, tynet-i Âdem'e eref-i mescûdiyyeti bahetdin, bu keyfiyyeti eytan mütâlea edemediinden dolay "kör" tesmiye olundu da huzûr- cemâlinden kouldu, ben Senin büyük büyük in'âmn unutmayacam, Sana ve Senin muhabbetinin sureti olan Habîbine hiçbir ey'i tercih etmeyeceim, insânî seciyyemi ayak altna almayacam, Senden gayrisine tapmayacam, senden gayr gayem, Senden baka kblem olmayacak, mahz- lûtf- fazlnla kendine muhâtab tutduun vech-i insânîmi Senden gayr bir yere çevirmeyeceim, Sana irk komayacam, zâlime, küfre, münâfka meyletmeyeceim" diye söz verip bu âleme bu sözünün imtihân için gelen, doumuyla Hükûmet-i Sübhânî'nin ahz- askerinde silâh altnda bulunan, ölümü ile de terhîs edilen insan olu! Dikkat et! Ksa zamanda bu sahne-i âlemde yaplacak olan bu sözlerinin imtihânndan gafil olma. Sakn eytan gibi kendine sahte bir varlk verip de "Ebâ" ve "stikbâr" elleriyle enâniyyetin ipine smsk sarlma. Zîra o ip seni çeker, hüsrân- ebedî gayyâsna düürür de zelîl olursun. Bu imtihandan aln akyla çkmak istersen, Kur'ân- Mübîn'den, o gurûbu olmayan günein nûrundan feyz almaya çal, ahkâmna mutâvaat et, derinliklerine dal, onda beyân olunan kssalardan hisseni al. O Kitâb- Celîl'de bilhâssa peygamberlerin her birinin Rablerine kar olan nâmütenâhî hikmetle dolu münâcâtn, niyâzn iit, Allah'a hangi zamanda, nasl, ne ekilde münâcât olunacan bil. Meselâ bu münâcât ve ne mühim bir vesîle-i icâbetdir: öyledir: "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn" (21'nci sûre: Enbiyâ, âyet: 87) Hazret-i Yûnus, bir gecenin kopkoyu karanlnda, deniz kudurmu dalagalaar dalar gibi yükseldii bir anda denize atlyor, büyük bir balk da onu yutuyor. Ve o anda her tarafdan ümid kesilmi, esbâb tamamen sukut etmi, iltica' olunacak hiçbir yer kalmam ... te "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn" münâcât Hazret-i Yûnus en sür'atli bir kurtulu vâstas oluyor. Zîra Hazret-i Yûnus, orada kendisinin imdâdna yetiecek öyle bir zât aryordu ki: Hükmü hem geceye, hem denize, hem cevv-i semâya geçecek bir kudretin sâhibi olsun. Çünki gece, deniz, balk üçü birden onun aleyhinde ittifak etmilerdi ... binâen'aleyh onu sâhil-i selâmete çkaracak öyle bir zât lâzmd ki, her zerre Onun emr ü kumandas tahtnda kprdanabilsin, her ey Onun emrine müsahhar olsun. Zîra o anda bütün esbâbn te'sîri dümü... Bütün hâlk Hazret-i Yûnus'un hizmetkâr olsa, bütün kasalar emrine âmâde bulunsa hiçbir faydas kalmam... Müsebbibü'l-esbâb'dan, evet Allah'dan baka halâskâr yok !.. te srr- ehadiyyetin nûr- tevhidi olan o münâcât; o geni zulmeti, o kuvvetli ittifak parçalam, geceyi, denizi ve bal Yûnus'a müsahhar klm, o nûr; baln karnn bir tahtelbahr hükmüne getirmi, dalar gibi kabaran, kaynayan denizi; o nûr- tevhid emniyetli bir sahra, bir meydan, bir tenezzühgâh klm, semânn yüzünü bulundurtmu. Evet... yine o nûr- tevhid, her tarafdan gelen tehdidi parçalam, bütün eya Yûnus'a dostluk yüzünü göstermi ... Âyet-i celîlenin srrn kendinde de tatbik edebilirsin: Âtîyi görmemekliin senin için ne karanlk bir gece, u gördüün, üstünde gezdiin küre ne dibi olmayan bir deniz, her gün gözünün önünde binlerce cenaze o denizin ne korkunç dalgalar, iklîm-i vücûde çöreklenmi olan "nefs-i emmâre", hayât- ebedîni bomaya çalan ne acâib bir balkdr. O hâlde bu zulmetden nûre çkmak için Müsebbibü'l Esbâb olan Allah'a iltica et! Acz-i mahz içinde kvranan, ufak bir mikrobun te'sîriyle yuvarlanan, anahtar deliinden geçen ince bir rüzgârla tepelenen insan, Müsebbibü'l-Esbâb'a iltica ederek "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî minezzâlimîn" demeli, bu münâcât dâima tekrâr etmeli. "Lâ ilâhe illâ ente" cümlesiyle: stikbâli, "Sübhâneke" kelimesi ile: Dünyây, "nnî küntü minezzâlimîn" lâfz ile : Merhamet-i lâhîyi kendine celbetmelidir. Gönül evinin kedûrât silinmeli, o ev, îmânn nûru ve Kur'an'n mehtâb ile aydnlanmaldr. Binâen'aleyh: "nneddiyne ndallâhil islâm" (3'üncü sûre: Âl-i Imrân, âyet: 19) sefîne-i muazzamasna binen; hiçbir dalgann, hiçbir ey'in te'sîri olmadan seyahat eder, o dalgalar ona dehet ve vahet yerine, ibret verir. Çünki dalâlet ve gaflet sebebiyle aleyhimize ittifak eden her korkulu eyden bizi ancak o Zât- Bârî kurtarabilir. Dünya Onun hükmünde, nefsimiz Onun taht- idâresindedir. Yerin ve Göklerin hâlikdr. Ondan büyük, Ondan gayr halâskâr olmaz. Bizi dünya denizinden, nefs-i emmâre belndan kurtaracak yine ancak Odur. imdi bir de Hazret-i Eyyûb'un sabrn ve bu sabr neticesinde Cenâb- Hakk'a olan münâcâtn, dolaysiyle sabr nedir, sabrl insan kime denir, bu sahne-i âlemde bunun en yüksek misâlini kim vermidir' Bunlar örenelim: Evet, bu sahne-i ühûdda sabrn en yüksek misâlini Hazret-i Eyyûb vermi, alaca ecrin mükâfatn düünerek kazâ-i ilâhîye boyun kesmi, o mehûr hastalnn zdrabna çok kuvvetli tehammül ederek böylece sabrn mümessili olmudur. "Ve eyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyeddurru ve ente erhamürrâhmiyn" te bu âyet-i celîle ile Cenâb- Hak, sfât- ilâhisinden bir sfat olan sabr sfâtiyle muttasf bulunan Hazret-i Eyyûb'un ne vakit Allah'a münâcât etdiini i'lân ediyor: Vaktâ ki zdrab Hz. Eyyûb'un kalbi ile diline sirâyet etti: "Ya Rabbi! Tesbîhime âlet olan lisânmda ve ma'rifet-i ilâhînin mahalli bulunan kalbimde ârzann zuhûru, kulluk vazifeme halel veriyor. Bu münâcâtm kendi istirahatim için deil, hastalm, sana olan ubûdiyyetime halel geldi. Beni bunlardan mahrûm etme ..." diye Cenâb- Hakk'a yalvarmaya balad. Cenâb- Hak da, mütedarrâne, sâfi, garazsz, Allah için olan bu niyâz, dergâh- icâbetde gayet güzel kabûl etti ... Hazret-i Eyyûb, "âfi" isminin tam tecellîsi karsnda kald. Erhamerrâhymiyn'in merhametine mazhar oldu. imdi, ey îman caddesini ihtiyâr ederek yürümek isteyen Âd
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat