Bir Kırık Cam Bir Kırık Türkü

Stok Kodu:
9786055009229
Boyut:
135-205
Sayfa Sayısı:
150
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2014-04
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
%20 indirimli
6.00
4.80
9786055009229
588600
Bir Kırık Cam Bir Kırık Türkü
Bir Kırık Cam Bir Kırık Türkü
4.8
Acısı çok mu çok derin, çok mu çok katmanlı; hüznü çok mu çok derin, çok mu çok katmanlı Bu öyküleri okumak için yürek gerek. Bu öyküleri okumak için cumhuriyet tarihinin bir başka yüzüyle gerçek anlamda yüzleşebilme yürekliliği gerek. Ama bu "yüzleşme" gerçekleştirilemediği sürece ne bu ülke, ne de bu ülkede yaşayan "halklar" esenlik yüzü görebilirler. Katmanı çok acılı, hüzünlü öyküler, daha doğrusu yaşamlar, kaçınılmaz olarak hepimizi "esir" almaya devam edecektir. Dünümüz esirdi, bugünümüz esir Peki, yarınlarımız?...

Yüzbaşı ağır ağır yaklaşıp eliyle birilerini işaret etmeye başlamıştı. Hareketleri çok ağır ve kesindi. Sanki kıpırdayan her organı, işaret için elinin her kalkışı resmedilsin, yüreklere, beyinlere yazılsın istiyordu. Yüzbaşı tarihe mal olmak istiyordu. Zamanın, "o an"ın herkesten çok farkındaydı. İşaret ettikleri yaşları on bir ile on dört arasında değişen erkek çocuklarıydı.

Yani geleceğin isyancısı, eli silah tutacak olanlarıydı. Yüzbaşı konuşturmak için harekete geçmemişti. "Sonuç"a yönelikti yaptığı. "Nihai çözüm"dü. Çocuk "erkekler" birer birer ağıla götürüldüler. Kadınlar ve çocuklar olacakları kestirememenin şaşkınlığında, üzerlerine çevrili süngülerin korkusunda öylece bekliyorlardı. Yirmiye yakın oğlan çocuğu kapatıldı ağıla ve sonra on beş-yirmi yerden, on beş-yirmi askerin ateşiyle tutuşturuldu sarı samanlar ve çalı çırpı ve odunlar ve tezekler Kara ve soğuğa inat müthiş bir alev ve ateş sıcağı sarmıştı köy meydanını. Sonra kadınların ve çocukların çığlıkları. Geç kalmışlardı. Paşanın askerlerinin bunu yapabileceklerini akılları kestirememişti. Nihayetinde hepsi din kardeşi, aynı peygamberin, aynı kitabın inananlarıydılar. Olamazdı, Müslüman Müslümana bunu yapamazdı. Ama olmuştu. Yüzbaşı tarih yazmak için parmağını kaldırmıştı. Bütün çığlıklar bir anda sustu. Beklenmeyen bir şey olmuştu. Ağılın içinden, alevlerin arasından, on dört yaşının güzelliğinde, sapsarı saçları, masmavi gözleriyle Mehmet Şerif, yani Fidan'ın amcası oğlu, yani öbür amcası kızı Leyla'nın beşik kertmesi, yani Hace'nin en küçük oğlu sapasağlam dışarı fırlamıştı.

Askerler, kadınlar ve yüzbaşı şaşkın, Mehmet Şerif korkulu. Sapsarı saçlarına sapsarı yüzü de eklenmiş, Palu'nun, Gökdere'nin, Murat'ın, meşeliklerin yardımını beklercesine korkulu gözlerini dağlara çevirmiştir. Yüzbaşı'nın eli yeniden havaya kalkmış, başı yeniden öne doğru eğilip onaylamış ve asker nişan alıp ateş etmeden Mehmet Şerif kurşun sızısı yerine alevlerin sıcağını tercih etmiştir. Belki de içeriden yükselen arkadaş, akraba çocuklarının çığlıkları karşısında birlikte yanmayı seçip kurşundan önce kendini ateşe atmıştır. Gerisi Diya Mehmet Şerif'in, yani Hace'nin Kürtçe ağıtları... Leyla'nın gizliden gizliye vurgun olduğu, beşik kertmesinin ardından yükselen delice çığlıkları ve havaya yayılan tezeğin ve yanık insan etinin kokusuydu...
Acısı çok mu çok derin, çok mu çok katmanlı; hüznü çok mu çok derin, çok mu çok katmanlı Bu öyküleri okumak için yürek gerek. Bu öyküleri okumak için cumhuriyet tarihinin bir başka yüzüyle gerçek anlamda yüzleşebilme yürekliliği gerek. Ama bu "yüzleşme" gerçekleştirilemediği sürece ne bu ülke, ne de bu ülkede yaşayan "halklar" esenlik yüzü görebilirler. Katmanı çok acılı, hüzünlü öyküler, daha doğrusu yaşamlar, kaçınılmaz olarak hepimizi "esir" almaya devam edecektir. Dünümüz esirdi, bugünümüz esir Peki, yarınlarımız?...

Yüzbaşı ağır ağır yaklaşıp eliyle birilerini işaret etmeye başlamıştı. Hareketleri çok ağır ve kesindi. Sanki kıpırdayan her organı, işaret için elinin her kalkışı resmedilsin, yüreklere, beyinlere yazılsın istiyordu. Yüzbaşı tarihe mal olmak istiyordu. Zamanın, "o an"ın herkesten çok farkındaydı. İşaret ettikleri yaşları on bir ile on dört arasında değişen erkek çocuklarıydı.

Yani geleceğin isyancısı, eli silah tutacak olanlarıydı. Yüzbaşı konuşturmak için harekete geçmemişti. "Sonuç"a yönelikti yaptığı. "Nihai çözüm"dü. Çocuk "erkekler" birer birer ağıla götürüldüler. Kadınlar ve çocuklar olacakları kestirememenin şaşkınlığında, üzerlerine çevrili süngülerin korkusunda öylece bekliyorlardı. Yirmiye yakın oğlan çocuğu kapatıldı ağıla ve sonra on beş-yirmi yerden, on beş-yirmi askerin ateşiyle tutuşturuldu sarı samanlar ve çalı çırpı ve odunlar ve tezekler Kara ve soğuğa inat müthiş bir alev ve ateş sıcağı sarmıştı köy meydanını. Sonra kadınların ve çocukların çığlıkları. Geç kalmışlardı. Paşanın askerlerinin bunu yapabileceklerini akılları kestirememişti. Nihayetinde hepsi din kardeşi, aynı peygamberin, aynı kitabın inananlarıydılar. Olamazdı, Müslüman Müslümana bunu yapamazdı. Ama olmuştu. Yüzbaşı tarih yazmak için parmağını kaldırmıştı. Bütün çığlıklar bir anda sustu. Beklenmeyen bir şey olmuştu. Ağılın içinden, alevlerin arasından, on dört yaşının güzelliğinde, sapsarı saçları, masmavi gözleriyle Mehmet Şerif, yani Fidan'ın amcası oğlu, yani öbür amcası kızı Leyla'nın beşik kertmesi, yani Hace'nin en küçük oğlu sapasağlam dışarı fırlamıştı.

Askerler, kadınlar ve yüzbaşı şaşkın, Mehmet Şerif korkulu. Sapsarı saçlarına sapsarı yüzü de eklenmiş, Palu'nun, Gökdere'nin, Murat'ın, meşeliklerin yardımını beklercesine korkulu gözlerini dağlara çevirmiştir. Yüzbaşı'nın eli yeniden havaya kalkmış, başı yeniden öne doğru eğilip onaylamış ve asker nişan alıp ateş etmeden Mehmet Şerif kurşun sızısı yerine alevlerin sıcağını tercih etmiştir. Belki de içeriden yükselen arkadaş, akraba çocuklarının çığlıkları karşısında birlikte yanmayı seçip kurşundan önce kendini ateşe atmıştır. Gerisi Diya Mehmet Şerif'in, yani Hace'nin Kürtçe ağıtları... Leyla'nın gizliden gizliye vurgun olduğu, beşik kertmesinin ardından yükselen delice çığlıkları ve havaya yayılan tezeğin ve yanık insan etinin kokusuydu...
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat