İnsani Hakikatler Bil Bul Ol

Stok Kodu:
3002877100199
Basım Yeri:
İstanbul
Basım Tarihi:
2000
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2.Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
%20 indirimli
3.00
2.40
3002877100199
64613
İnsani Hakikatler
İnsani Hakikatler Bil Bul Ol
2.4
Cenâb-ı Hakk'ın ni'metleri nâmütenâhîdir. Fakat bu ni'metlerinin içerisinde en büyük ni'metidir. Zîra din, bizim nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi bildirir. Onu hakkıyla bilen kimse de; Asl'ını, Rabb'isini, Meâd'ını bulmak aşkına tutulur. Bu aşk ona vazife verir, hilkatdeki gayesini duyurur. O gayeyi duyan da felâha kavuşur. İslâm dîni, beşeriyyetin seâdetini tekeffül etdiğinden ve ahlâk ve evsâfın da en mükemmeli bu dinde bulunduğundan, Eshvb-ı Bâsafâ'nın bütün muameleleri din üzerine idi. Ya'ni İslâm dîninin muktezâsı ne ise, onu hem kendilerine, hem kardeşlerine, hem âlem-i insâniyyete tatbik ederlerdi. Burada en mühim bir noktayı arzedelim: İslâm dîni ile kilise dînini bir birlerine karışdırmamak lâzımdır.Zîra İslâm dîni ile kilise dîni arasında çok fark vardır. Kilise dîninde, din ile dünya ayrıdır. İslâm dîninde ise din ile dünya ayrı değildir. Zîra İslâm dîninde dünya, bu görülen mezâhir olarak değil, "insânı, hak ve hakîkatden alakoyan şey" diye ta'rif edilmişdir. Öyle olmasa idi, İslâm, ilimlere mevzû, san'atlere model verebilir mi idi ' Medeniyyeti taklîd edilen yerleri, asırlarca hâkimiyyeti altında tutabilir miydi ' Gelelim yine mevzû'umuza : Evet, Sadr-ı İslâm'da, din neyi emretmişse o, nazar-ı dikkate alınır, onun üzerinde titizlikle durulurdu. Bu böyle bir müddet devam etdi, fakat sonraları, dînin emirleri rûha hitâb etdiğinden, nefsinin esaretinde kalanlara pek hoş gelmemeye başladı. Evvelce bizâtihî din nazar-ı dikkatde tutulurken, bu def'a onun şu'belerine âid şeyler kaaim kılınmak istendi. Binâen'aleyh din, ma'nâda zaiflemeye başladı. O muhkem i'tikadler gevşedi, alimlerin amelleri azaldı. Azalınca da âlimler emîrlere uşak oldu. Bu hâl tecellî edince, dînin her noktası gözetilmez oldu. Yukarıda söylediğim gibi, din derken istinadlar değişdi, yerine "Vefakârlık" kelimeleri kaaim oldu. Bu kaaimolunca,yine yekdiğerinin hukukuna tecâvuz olunmuyordu, fakat, "din bunu îcâbetdirir" denilmiyordu da, "vefakârlık bunu îcâbetdirir" deniliyordu. Maksad "din" kelimesini söylememek idi. Bir müddet de böyle "vefa", "vefakârlık" kelimeleri sürüp gitdi, fakat "asıl" üzerinde durulmadığından gitgide bu kelimeler de azaldı, bu kerre "Mürüvvet" ile amel edilmeye başlandı. Güzel bir muamele yapıldığı vakit, "dînin emri böyledir" denmiyordu da, "mürüvveten yapılıyor" deniliyordu. O da gittikçe azaldı, sıra "Hayâ" kelimesinin kullanılmasına geldi. "Hayâ" kelimesinin kullanılmasıda gittikçe azaldı, yerine ne kaldı bilir misiniz: "Rağbet" ve "Rehbet" kelimeleri. Yani, birisinden bir ümmîdin varsa Hakk'ı tanırsın veyâhud: Birisinden korkarsan. Demek ki Hakk'ı, Hak için tanımazsın. Şimdi, bu kelimeler de giderse yerlerini neler alır diye herhalde uzun uzun düşünmek îcâb eder. İşte ne vakit ki bir cem'iyyetde bu hâl başgöstermişdir, yıkım başlamış demekdir. Hemen Cenâb-ı Hak bize dînin emirlerine samimiyyetle sarılmaklık aşkını nasîb etsin.
Cenâb-ı Hakk'ın ni'metleri nâmütenâhîdir. Fakat bu ni'metlerinin içerisinde en büyük ni'metidir. Zîra din, bizim nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi bildirir. Onu hakkıyla bilen kimse de; Asl'ını, Rabb'isini, Meâd'ını bulmak aşkına tutulur. Bu aşk ona vazife verir, hilkatdeki gayesini duyurur. O gayeyi duyan da felâha kavuşur. İslâm dîni, beşeriyyetin seâdetini tekeffül etdiğinden ve ahlâk ve evsâfın da en mükemmeli bu dinde bulunduğundan, Eshvb-ı Bâsafâ'nın bütün muameleleri din üzerine idi. Ya'ni İslâm dîninin muktezâsı ne ise, onu hem kendilerine, hem kardeşlerine, hem âlem-i insâniyyete tatbik ederlerdi. Burada en mühim bir noktayı arzedelim: İslâm dîni ile kilise dînini bir birlerine karışdırmamak lâzımdır.Zîra İslâm dîni ile kilise dîni arasında çok fark vardır. Kilise dîninde, din ile dünya ayrıdır. İslâm dîninde ise din ile dünya ayrı değildir. Zîra İslâm dîninde dünya, bu görülen mezâhir olarak değil, "insânı, hak ve hakîkatden alakoyan şey" diye ta'rif edilmişdir. Öyle olmasa idi, İslâm, ilimlere mevzû, san'atlere model verebilir mi idi ' Medeniyyeti taklîd edilen yerleri, asırlarca hâkimiyyeti altında tutabilir miydi ' Gelelim yine mevzû'umuza : Evet, Sadr-ı İslâm'da, din neyi emretmişse o, nazar-ı dikkate alınır, onun üzerinde titizlikle durulurdu. Bu böyle bir müddet devam etdi, fakat sonraları, dînin emirleri rûha hitâb etdiğinden, nefsinin esaretinde kalanlara pek hoş gelmemeye başladı. Evvelce bizâtihî din nazar-ı dikkatde tutulurken, bu def'a onun şu'belerine âid şeyler kaaim kılınmak istendi. Binâen'aleyh din, ma'nâda zaiflemeye başladı. O muhkem i'tikadler gevşedi, alimlerin amelleri azaldı. Azalınca da âlimler emîrlere uşak oldu. Bu hâl tecellî edince, dînin her noktası gözetilmez oldu. Yukarıda söylediğim gibi, din derken istinadlar değişdi, yerine "Vefakârlık" kelimeleri kaaim oldu. Bu kaaimolunca,yine yekdiğerinin hukukuna tecâvuz olunmuyordu, fakat, "din bunu îcâbetdirir" denilmiyordu da, "vefakârlık bunu îcâbetdirir" deniliyordu. Maksad "din" kelimesini söylememek idi. Bir müddet de böyle "vefa", "vefakârlık" kelimeleri sürüp gitdi, fakat "asıl" üzerinde durulmadığından gitgide bu kelimeler de azaldı, bu kerre "Mürüvvet" ile amel edilmeye başlandı. Güzel bir muamele yapıldığı vakit, "dînin emri böyledir" denmiyordu da, "mürüvveten yapılıyor" deniliyordu. O da gittikçe azaldı, sıra "Hayâ" kelimesinin kullanılmasına geldi. "Hayâ" kelimesinin kullanılmasıda gittikçe azaldı, yerine ne kaldı bilir misiniz: "Rağbet" ve "Rehbet" kelimeleri. Yani, birisinden bir ümmîdin varsa Hakk'ı tanırsın veyâhud: Birisinden korkarsan. Demek ki Hakk'ı, Hak için tanımazsın. Şimdi, bu kelimeler de giderse yerlerini neler alır diye herhalde uzun uzun düşünmek îcâb eder. İşte ne vakit ki bir cem'iyyetde bu hâl başgöstermişdir, yıkım başlamış demekdir. Hemen Cenâb-ı Hak bize dînin emirlerine samimiyyetle sarılmaklık aşkını nasîb etsin.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat