Kâbil'den Semerkand'a Arkeologlar Orta Asya'da

Stok Kodu:
9789750810954
Boyut:
125-177
Sayfa Sayısı:
160
Baskı:
3
Basım Tarihi:
2015-04
Çeviren:
Saadet Özen
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
Kuşe
Dili:
Türkçe
Kategori:
%20 indirimli
5.56
4.45
9789750810954
32300
Kâbil'den Semerkand'a
Kâbil'den Semerkand'a Arkeologlar Orta Asya'da
4.446
YKYnin Genel Kültür Dizisinden çıkan Kabilden Semerkanda adlı kitap; Akdeniz, Slav, Türk, İran ve Çin dünyası arasında bir değiş tokuş yeri olan Orta Asyanın arkeolojik geçmişini gözler önüne seriyor. Türklerin anayurdu Orta Asyada Batılı arkeologların gerçekleştirdikleri kazı çalışmaları ve birbirinden ilginç keşiflerini bu kitapta bulabilirsiniz. Tadımlık YECÜC MECÜC DİYARINA DOĞRU Büyük uygarlıkların kıyısında, İran, Hint, Türk, Çin ve Slav âlemlerinin arasında bulunan Orta Asya, önce bir kavşak olarak değerlendirildi. Tarihçiler, öteden beri uygar dünyanın barbarlıkla temas ettiği bu bölgeye gelip, kimi imparatorlukların buradaki uzantılarını incelediler. İki yüzyıldır süren modern araştırmalar, karşılıklı alışverişlerin gerçekleştiği bu yerin sadece dışarıdan gelenleri değil, bizzat orada oluşmuş kültürleri de barındıran özgün bir sentezin potası olduğunu ortaya koydu. Dünyanın kıyısı ya da dünyanın merkezi: Coğrafi söylem Orta Asya Doğuyla Batı arasında çift yönlü bir yer işgal eder: Sınırları sadece gerçekte değil, aynı zamanda bilimsel yaklaşımlara göre de hep değişti; yaklaşımlar ise, ait oldukları ekole göre kâh coğrafi, kâh politik bir zemin üzerinde gelişti. Modern coğrafyacılara göre, Orta Asya karmaşık bir akarsu sistemi ve Tiyenşan (Tanrı Dağları), Pamir, Alay ve Hindukuş gibi büyük dağ kütleleri tarafından net bölümlere ayrılmıştır; dağlar Çinden başlayıp Turan çukuruna (Aral Gölü merkez olmak üzere, Sibirya, Hazar Denizi ve Afganistan arasında bulunan havza) dek uzanır. Coğrafyacıların sık kullandığı bazı isimleri Tarım havzası, Transoksiyan, Semireçiye (Yedi Nehirler) tarihçiler de kolayca benimsediler. Ama Çungarya, orta Kazakistan platosu ya da yüksek sıradağlar gibi bazı coğrafi alanların sınırları ise, geleneksel tarih çerçevesi içinde her zaman tam olarak çizilemedi. Sosyal-tarihsel disiplinlerin terminolojisi yerine zor oturdu, çünkü dil, politik sistemler ve dinler sürekli değişti. Kavimlerin (Ari kavimler, İranlılar, Yunanlılar, Türkler, Araplar, Moğollar ve Slavlar), dillerin (Doğu ve Batı Farsçası, Aramice, Türkçe, Arapça, Özbekçe ve Rusça) ve dinlerin (Zerdüşt dini, Budizm, Maniheizm, İslamiyet ve Hıristiyanlık, özellikle Nesturilik) asimile olmasıyla, öteden beri istilacıların iştahını kabartan Orta Asyanın sınırları, politik konumu, kültürel paradigmaları hep farklılık gösterdi. Modern politik görüşler 19. yüzyıldaki daha sistemli araştırmalar sırasında, Orta Asya terimi kesin olarak, bugün Çinin batısını, Moğolistanı, eski Asya Sovyet cumhuriyetlerini, Afganistanı ve İran, Pakistan ve Hindistanın kuzey bölgelerini kapsayan bir alanı belirtmek üzere benimsendi. Buna paralel olarak bölgesel jeopolitiğin aynası olan Rus Türkistanı ve Çin Türkistanı sırasıyla Batı ve Doğu Türkistan adları da tasdik edildi. İran ve Turan kavramlarının yan yana olması, bazen de çakışması, Farsça konuşanlarla Türkçe konuşanlar arasındaki politik çekişmeyi ortaya koyar. Bir devletin varlığını gösteren ilk yer adları, Rus ve Çin Türkistanına denk gelen Büyük ve Küçük Buharadır; bunlar bölgeyi artık bir geçiş yeri olarak değil, başkentinin adıyla anılan gerçek bir devlet olarak yansıtıyordu. İsmin taşıdığı bu olumlu anlam, İpek Yolu kavramının ortaya çıkmasında ifadesini buldu. İlk olarak 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçilirken Ferdinand von Richthofen tarafından kullanılan bu kavram, bir no mans land düşüncesini siliyor, yerine ticari temasların meydana geldiği seçkin bir alan düşüncesini getiriyordu. Buna rağmen Orta Asya, yıllar boyunca başlı başına bir ilgi odağı olamadı ve bir kavşak olarak görüldü. İdari tanımlar Rusların bölgeyi ele geçirmesiyle birlikte, Rus İmparatorluğunun hiyerarşik yapılarından kaynaklanan, tamamen idari ifadeler ortaya çıktı: Eyaletler ve kazalar. Sovyet iktidarı ise, bunun üzerine hanedanlık ilkeleri ve İslâmiyete bağlılığı yansıtan isimler yerine, dilsel ve etnik unsurlara dayanan isimler ekledi. Son olarak Türkistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, 1924le 1936 arasında ulusal sınırların çizilmesi sırasında yapay sınırlarla pek çok Sovyet cumhuriyetine bölündü: Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Türkmenistan. Orta Asya (sredniaïa: orta ya da ortadaki) ve Merkez Asya (tsentralnaïa) terimleri Sovyetler zamanında resmileşti. Sredniaïa Kazakistan hariç, Asyanın göbeğinde bulunan dört cumhuriyeti ifade ediyordu; ikinci terim ise Avrupa bilim okullarınınkine denk düşen daha geniş bir bölgeyi kucaklıyordu. Bugün Batıdaki eğilim, buna Müslümanların yaşadığı başka bölgeleri de eklemektir, sözgelimi İslamiyete geçmiş Kafkas halklarının topraklarını ve Altın Ordunun uç eyaletlerini (Azerbeycan, Çeçenistan, aşağı Volga, Sibirya). Arkeolojik yaklaşım Daha tutucu olan arkeoloji, Doğu İran dünyasını hesaba katıyordu; burası İskenderin fethettiği Ahameniş İmparatorluğunun batı kesimine denk düşüyordu. İslâm öncesi dönemde Kopet Dağ dizisinin iki yanında, bugünkü İranın kuzeydoğusunda ve Türkmenistanın güneybatısında uzanan Part ülkesini (Çinlilerin An-hsisi); Türkmenistanın güneyinde, Murgab nehri havzasındaki Margianayı; Hindukuş dağ sırasıyla Amu Derya arasındaki Baktrianeyi (Ta-hsia); Amu Deryanın ötesinde, Zerefşan ve Kaşka Derya vadilerindeki Soğdu; Ferganayı (Ta-yüan); ve son olarak Aral Gölünün güneyinde, Amu Deryanın aşağısında Harezmi kapsıyordu. Kuşan döneminde ortaya çıkmış bir yer adı olan Toharistan bu imparatorluğun kuzey kesimini ifade ediyor, bu da Amu Deryanın orta kesiminin sağ kıyısında, Afgan Baktrianesi ile Soğda denk geliyordu. Bu kitapta, temel olarak, kentli ya da köylü, yerleşik halkların dünyası ele alınacaktır. Çin Türkistanı ve Güney Afganistan gibi Budist kültür bölgelerinin, bu dünyayla ilişkileri olsa da, İslamiyet döneminde esas Hindistanla bağları vardı; dolayısıyla Budist kültür bölgelerinin, sadece Orta Asyayla doğrudan ilişkisi olan uzantıları konu edilecektir. Aynı şey steplerde, çöllerde ve dağlarda, özellikle Sir Derya ve Semireçiye nehirlerinin kıyılarında, yerleşik halklara komşu olarak yaşayan göçebelerin toprakları için de geçerlidir.
YKYnin Genel Kültür Dizisinden çıkan Kabilden Semerkanda adlı kitap; Akdeniz, Slav, Türk, İran ve Çin dünyası arasında bir değiş tokuş yeri olan Orta Asyanın arkeolojik geçmişini gözler önüne seriyor. Türklerin anayurdu Orta Asyada Batılı arkeologların gerçekleştirdikleri kazı çalışmaları ve birbirinden ilginç keşiflerini bu kitapta bulabilirsiniz. Tadımlık YECÜC MECÜC DİYARINA DOĞRU Büyük uygarlıkların kıyısında, İran, Hint, Türk, Çin ve Slav âlemlerinin arasında bulunan Orta Asya, önce bir kavşak olarak değerlendirildi. Tarihçiler, öteden beri uygar dünyanın barbarlıkla temas ettiği bu bölgeye gelip, kimi imparatorlukların buradaki uzantılarını incelediler. İki yüzyıldır süren modern araştırmalar, karşılıklı alışverişlerin gerçekleştiği bu yerin sadece dışarıdan gelenleri değil, bizzat orada oluşmuş kültürleri de barındıran özgün bir sentezin potası olduğunu ortaya koydu. Dünyanın kıyısı ya da dünyanın merkezi: Coğrafi söylem Orta Asya Doğuyla Batı arasında çift yönlü bir yer işgal eder: Sınırları sadece gerçekte değil, aynı zamanda bilimsel yaklaşımlara göre de hep değişti; yaklaşımlar ise, ait oldukları ekole göre kâh coğrafi, kâh politik bir zemin üzerinde gelişti. Modern coğrafyacılara göre, Orta Asya karmaşık bir akarsu sistemi ve Tiyenşan (Tanrı Dağları), Pamir, Alay ve Hindukuş gibi büyük dağ kütleleri tarafından net bölümlere ayrılmıştır; dağlar Çinden başlayıp Turan çukuruna (Aral Gölü merkez olmak üzere, Sibirya, Hazar Denizi ve Afganistan arasında bulunan havza) dek uzanır. Coğrafyacıların sık kullandığı bazı isimleri Tarım havzası, Transoksiyan, Semireçiye (Yedi Nehirler) tarihçiler de kolayca benimsediler. Ama Çungarya, orta Kazakistan platosu ya da yüksek sıradağlar gibi bazı coğrafi alanların sınırları ise, geleneksel tarih çerçevesi içinde her zaman tam olarak çizilemedi. Sosyal-tarihsel disiplinlerin terminolojisi yerine zor oturdu, çünkü dil, politik sistemler ve dinler sürekli değişti. Kavimlerin (Ari kavimler, İranlılar, Yunanlılar, Türkler, Araplar, Moğollar ve Slavlar), dillerin (Doğu ve Batı Farsçası, Aramice, Türkçe, Arapça, Özbekçe ve Rusça) ve dinlerin (Zerdüşt dini, Budizm, Maniheizm, İslamiyet ve Hıristiyanlık, özellikle Nesturilik) asimile olmasıyla, öteden beri istilacıların iştahını kabartan Orta Asyanın sınırları, politik konumu, kültürel paradigmaları hep farklılık gösterdi. Modern politik görüşler 19. yüzyıldaki daha sistemli araştırmalar sırasında, Orta Asya terimi kesin olarak, bugün Çinin batısını, Moğolistanı, eski Asya Sovyet cumhuriyetlerini, Afganistanı ve İran, Pakistan ve Hindistanın kuzey bölgelerini kapsayan bir alanı belirtmek üzere benimsendi. Buna paralel olarak bölgesel jeopolitiğin aynası olan Rus Türkistanı ve Çin Türkistanı sırasıyla Batı ve Doğu Türkistan adları da tasdik edildi. İran ve Turan kavramlarının yan yana olması, bazen de çakışması, Farsça konuşanlarla Türkçe konuşanlar arasındaki politik çekişmeyi ortaya koyar. Bir devletin varlığını gösteren ilk yer adları, Rus ve Çin Türkistanına denk gelen Büyük ve Küçük Buharadır; bunlar bölgeyi artık bir geçiş yeri olarak değil, başkentinin adıyla anılan gerçek bir devlet olarak yansıtıyordu. İsmin taşıdığı bu olumlu anlam, İpek Yolu kavramının ortaya çıkmasında ifadesini buldu. İlk olarak 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçilirken Ferdinand von Richthofen tarafından kullanılan bu kavram, bir no mans land düşüncesini siliyor, yerine ticari temasların meydana geldiği seçkin bir alan düşüncesini getiriyordu. Buna rağmen Orta Asya, yıllar boyunca başlı başına bir ilgi odağı olamadı ve bir kavşak olarak görüldü. İdari tanımlar Rusların bölgeyi ele geçirmesiyle birlikte, Rus İmparatorluğunun hiyerarşik yapılarından kaynaklanan, tamamen idari ifadeler ortaya çıktı: Eyaletler ve kazalar. Sovyet iktidarı ise, bunun üzerine hanedanlık ilkeleri ve İslâmiyete bağlılığı yansıtan isimler yerine, dilsel ve etnik unsurlara dayanan isimler ekledi. Son olarak Türkistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, 1924le 1936 arasında ulusal sınırların çizilmesi sırasında yapay sınırlarla pek çok Sovyet cumhuriyetine bölündü: Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Türkmenistan. Orta Asya (sredniaïa: orta ya da ortadaki) ve Merkez Asya (tsentralnaïa) terimleri Sovyetler zamanında resmileşti. Sredniaïa Kazakistan hariç, Asyanın göbeğinde bulunan dört cumhuriyeti ifade ediyordu; ikinci terim ise Avrupa bilim okullarınınkine denk düşen daha geniş bir bölgeyi kucaklıyordu. Bugün Batıdaki eğilim, buna Müslümanların yaşadığı başka bölgeleri de eklemektir, sözgelimi İslamiyete geçmiş Kafkas halklarının topraklarını ve Altın Ordunun uç eyaletlerini (Azerbeycan, Çeçenistan, aşağı Volga, Sibirya). Arkeolojik yaklaşım Daha tutucu olan arkeoloji, Doğu İran dünyasını hesaba katıyordu; burası İskenderin fethettiği Ahameniş İmparatorluğunun batı kesimine denk düşüyordu. İslâm öncesi dönemde Kopet Dağ dizisinin iki yanında, bugünkü İranın kuzeydoğusunda ve Türkmenistanın güneybatısında uzanan Part ülkesini (Çinlilerin An-hsisi); Türkmenistanın güneyinde, Murgab nehri havzasındaki Margianayı; Hindukuş dağ sırasıyla Amu Derya arasındaki Baktrianeyi (Ta-hsia); Amu Deryanın ötesinde, Zerefşan ve Kaşka Derya vadilerindeki Soğdu; Ferganayı (Ta-yüan); ve son olarak Aral Gölünün güneyinde, Amu Deryanın aşağısında Harezmi kapsıyordu. Kuşan döneminde ortaya çıkmış bir yer adı olan Toharistan bu imparatorluğun kuzey kesimini ifade ediyor, bu da Amu Deryanın orta kesiminin sağ kıyısında, Afgan Baktrianesi ile Soğda denk geliyordu. Bu kitapta, temel olarak, kentli ya da köylü, yerleşik halkların dünyası ele alınacaktır. Çin Türkistanı ve Güney Afganistan gibi Budist kültür bölgelerinin, bu dünyayla ilişkileri olsa da, İslamiyet döneminde esas Hindistanla bağları vardı; dolayısıyla Budist kültür bölgelerinin, sadece Orta Asyayla doğrudan ilişkisi olan uzantıları konu edilecektir. Aynı şey steplerde, çöllerde ve dağlarda, özellikle Sir Derya ve Semireçiye nehirlerinin kıyılarında, yerleşik halklara komşu olarak yaşayan göçebelerin toprakları için de geçerlidir.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat