Kar Merdiveni

Stok Kodu:
9789750811999
Boyut:
160-160
Sayfa Sayısı:
100
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2011-12
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
1.Hamur
Dili:
Türkçe
%20 indirimli
1.39
1.11
9789750811999
72245
Kar Merdiveni
Kar Merdiveni
1.11
Betül Tarıman, Kar Merdiveninde yaşamın gerginliğini, bu gerginliği iyice kanırtan bir şiir diliyle tekrar tekrar sorguya çekmekte... 2005 Behçet Necatigil şiir Ödülünü kazanan Betül Tarıman bu kitabıyla ustalığını kanıtlıyor. Hüznün keskin bir alaycılıkla harmanlandığı şiirler... Tadımlık KATILMA ANI ... sonra sınır kahvesi kaçakçının düşürdüğü çakmak kol düğmesi üç jandarma eri ve kar üstelik yeter değildi kıvançla alna vurulan su yol bir yaralıyı taşıyordu kadınlar ağızlarına susturucu takılmış uzun bacaklı atlardı yalnızlığa koşan birazdan biri size tükürecektir biri ömür dilemez öteki kapısız bir ev biri bir yokluk yoksulluğun eksilttiği sonradan yürüyorsun postacı mektup dağıtıyor çantası koru serinliği gözyaşı ve kan birazdan tüfek sesiyle ömrüne ölüm düşecek ve sen yakarış olmaktan başka acıyı kapı altından yol olup yolcuyu bekledin yırtık bir kaput tozutan bir at soldun geceyi bekliyorsun kızlar çile çözüyor yüzleri sert alımlı içe kapanık zamansız sonra jandarmanın karısı yüzü sabah uykuları kesik bir saç tarhana çorbası üç çocuk giyinir dünyanın sesini ağızlarında menekşe sapı veya bir hay huy kaç gecedir hesap kitap şimdilik söylendikleri yerde ağrı hep ve olduğumuz noktada da var bu yüzden beki de sınırda diş izleri mayın tarlası ve ondan sonra KIRIK TAŞLAR bir iki üç dört beeş saymayı bırakıyorum bir emir eri kapıda tekmelenmiş at içi oyulmuş çelişkiyle giriyorum kardeş kokuları yıkanmış bir el iyilikler bir kapıdan içeriye kapanmış bir okul kar yüzünden duvarları sökülmüş çatısı eşikleri köşede yıkık tahta sıralar resimler bölüşülmüş gibi iki yumurta iki zeytin orta yerinde sınıfın acı her kelimede yeryüzü çatıdan damlamaktadır kendiliğinden bir baş ağrısı veyahut kulak ya da boyun gelişip durur içimizde sıkıntı bir düğme kopar boşluğa sallanır el kızlar annesinin yenisi baba eskisidir erkekler solduğunda öyle demişti rizeli tütün tüccarı yaprakları ayırırken ayıklarken otları diğerlerinden ağladık unutmaya yorgan serip hatırası içimizde bir okul yollar taşlı yaz kıvrımları eteklerinde çıkarız bir merdiveni yepyeni durmadan tak tak tak tüfek sesiyle düşer iki kol iki ayak yarım bir yüz elleri bir öğretmenin şefkati koşa koşa BİL belki gözleri kendinden uzak acıya memur annendir ekmekler ufalar göğü kapısına toplamış kenarda ülkenin doğusu gibi dürülmüş çarşaflar bilmenin arzusuna yatırıp incir kokuşlu bedenini sataşmaya memur edilmiş gökle aranda bu gökten payına neler düşecek bil şarkılanmış bir rüzgârla nisan öğlelerinde odanda mimozalar böyle esrarlı ağzı saklı ve lal babandır gözleri dövecek ceplerinde hüzün rengi leylak aceleyle toplanmış gibi iki kardeş balkondan ablan dicleden beri düşmüş bir at yollara yorgunmuş heyecanlar verdik biz can katık bir ölüye inat titredin ama biri vardı ki denizi gelmemiş bir adamdı adı cemal aşklar söndürürdü sağ eliyle ufaltıp hevesler masallar toplanmayı bekleyen ağrıydı bilmedin içi hiç şimdi bakır rengi almış rütbesiz bir er yavaş kalbiyle duymuş bir çocuk toza bulanmış her anıda bacaklarını taşıyamadığında tarağına takılmış bir bitle yüzü ağlar toplamış kadın şimdi az bulunur nöbet tutulmuş kapı önlerinde olgunluğa eriştiğinde beni böyle benden uzak bil AVUNTU bir nar seçersin olmuş bir nar avlular ardından buruşturulup atılmış yaz rehaveti üstünde ikiye böler içini görebilme umudu sırlarla kaplanır gerçek sandığın terbiye edilmiş bir kediyle aklı şaşmış bir adam görünür heyecan ya da doruktayken aşk bir bardak alırsın içi boş bir kuyu içini vesvese doldurur annesinin derdinden doğar bir çocuk keklik düşmüş gibi ovaya ağırdan bahçesi kaçak jandarmalar benzin bidonları mataralar çarşılar gezer ağır kavun kokusu balkonların sokağa döküldüğü aralıktan bir ev alırsın içi boş ötekinde sarhoşluklar dengeyi dengesizlikten öğrenir çocuk erzincan depreminde kendine dalmış toprağa değil sakındığın kendindir tutunduğun toprakta hep bir uyumsuzluk sırtında ağır bir yük morluklar eli çenesinde bakar boşluğa öteki derdine bağdaş kurmuş soluğu vietnam denkler toplar fotoğraflar ısfahanlar içinde öpüşmekten yorgun bir zorunluluk var idare lambaları ve kuytuları evlerin görülmüş damgalı mektuptur giz sanılan gövdenin gövdede söküldüğü yerde az görülmüş şeydir bir adamı adamda tanımak örneğin tırnakları etinizde canınızı acıtabilir konuşmadan kalbinizi yoran babanız ya da ağbiniz olabilir çünkü kendinden içeriye taşmış suretinde morluk ve kırk çamur az satan kitaplar okursun kötü sanılan kerpiç evlerde böyle hayatı duymak gibi yirmi ikiden mardinli bir kadındır denizle ırmağı karıştıran boynundaki ilmekle çünkü her kadın kendinden göç edebilir çünkü her kadın ucuz bir müvekkildir eğer çok susmuşsa sırlarla kaplanır gerçek sandığın bir nar dağılmış gibi başaklar arasında buruşturulup atılmış yazdır rehaveti üstünde Ödüller: 2005 Behçet Necatigil Şiir Ödülü
Betül Tarıman, Kar Merdiveninde yaşamın gerginliğini, bu gerginliği iyice kanırtan bir şiir diliyle tekrar tekrar sorguya çekmekte... 2005 Behçet Necatigil şiir Ödülünü kazanan Betül Tarıman bu kitabıyla ustalığını kanıtlıyor. Hüznün keskin bir alaycılıkla harmanlandığı şiirler... Tadımlık KATILMA ANI ... sonra sınır kahvesi kaçakçının düşürdüğü çakmak kol düğmesi üç jandarma eri ve kar üstelik yeter değildi kıvançla alna vurulan su yol bir yaralıyı taşıyordu kadınlar ağızlarına susturucu takılmış uzun bacaklı atlardı yalnızlığa koşan birazdan biri size tükürecektir biri ömür dilemez öteki kapısız bir ev biri bir yokluk yoksulluğun eksilttiği sonradan yürüyorsun postacı mektup dağıtıyor çantası koru serinliği gözyaşı ve kan birazdan tüfek sesiyle ömrüne ölüm düşecek ve sen yakarış olmaktan başka acıyı kapı altından yol olup yolcuyu bekledin yırtık bir kaput tozutan bir at soldun geceyi bekliyorsun kızlar çile çözüyor yüzleri sert alımlı içe kapanık zamansız sonra jandarmanın karısı yüzü sabah uykuları kesik bir saç tarhana çorbası üç çocuk giyinir dünyanın sesini ağızlarında menekşe sapı veya bir hay huy kaç gecedir hesap kitap şimdilik söylendikleri yerde ağrı hep ve olduğumuz noktada da var bu yüzden beki de sınırda diş izleri mayın tarlası ve ondan sonra KIRIK TAŞLAR bir iki üç dört beeş saymayı bırakıyorum bir emir eri kapıda tekmelenmiş at içi oyulmuş çelişkiyle giriyorum kardeş kokuları yıkanmış bir el iyilikler bir kapıdan içeriye kapanmış bir okul kar yüzünden duvarları sökülmüş çatısı eşikleri köşede yıkık tahta sıralar resimler bölüşülmüş gibi iki yumurta iki zeytin orta yerinde sınıfın acı her kelimede yeryüzü çatıdan damlamaktadır kendiliğinden bir baş ağrısı veyahut kulak ya da boyun gelişip durur içimizde sıkıntı bir düğme kopar boşluğa sallanır el kızlar annesinin yenisi baba eskisidir erkekler solduğunda öyle demişti rizeli tütün tüccarı yaprakları ayırırken ayıklarken otları diğerlerinden ağladık unutmaya yorgan serip hatırası içimizde bir okul yollar taşlı yaz kıvrımları eteklerinde çıkarız bir merdiveni yepyeni durmadan tak tak tak tüfek sesiyle düşer iki kol iki ayak yarım bir yüz elleri bir öğretmenin şefkati koşa koşa BİL belki gözleri kendinden uzak acıya memur annendir ekmekler ufalar göğü kapısına toplamış kenarda ülkenin doğusu gibi dürülmüş çarşaflar bilmenin arzusuna yatırıp incir kokuşlu bedenini sataşmaya memur edilmiş gökle aranda bu gökten payına neler düşecek bil şarkılanmış bir rüzgârla nisan öğlelerinde odanda mimozalar böyle esrarlı ağzı saklı ve lal babandır gözleri dövecek ceplerinde hüzün rengi leylak aceleyle toplanmış gibi iki kardeş balkondan ablan dicleden beri düşmüş bir at yollara yorgunmuş heyecanlar verdik biz can katık bir ölüye inat titredin ama biri vardı ki denizi gelmemiş bir adamdı adı cemal aşklar söndürürdü sağ eliyle ufaltıp hevesler masallar toplanmayı bekleyen ağrıydı bilmedin içi hiç şimdi bakır rengi almış rütbesiz bir er yavaş kalbiyle duymuş bir çocuk toza bulanmış her anıda bacaklarını taşıyamadığında tarağına takılmış bir bitle yüzü ağlar toplamış kadın şimdi az bulunur nöbet tutulmuş kapı önlerinde olgunluğa eriştiğinde beni böyle benden uzak bil AVUNTU bir nar seçersin olmuş bir nar avlular ardından buruşturulup atılmış yaz rehaveti üstünde ikiye böler içini görebilme umudu sırlarla kaplanır gerçek sandığın terbiye edilmiş bir kediyle aklı şaşmış bir adam görünür heyecan ya da doruktayken aşk bir bardak alırsın içi boş bir kuyu içini vesvese doldurur annesinin derdinden doğar bir çocuk keklik düşmüş gibi ovaya ağırdan bahçesi kaçak jandarmalar benzin bidonları mataralar çarşılar gezer ağır kavun kokusu balkonların sokağa döküldüğü aralıktan bir ev alırsın içi boş ötekinde sarhoşluklar dengeyi dengesizlikten öğrenir çocuk erzincan depreminde kendine dalmış toprağa değil sakındığın kendindir tutunduğun toprakta hep bir uyumsuzluk sırtında ağır bir yük morluklar eli çenesinde bakar boşluğa öteki derdine bağdaş kurmuş soluğu vietnam denkler toplar fotoğraflar ısfahanlar içinde öpüşmekten yorgun bir zorunluluk var idare lambaları ve kuytuları evlerin görülmüş damgalı mektuptur giz sanılan gövdenin gövdede söküldüğü yerde az görülmüş şeydir bir adamı adamda tanımak örneğin tırnakları etinizde canınızı acıtabilir konuşmadan kalbinizi yoran babanız ya da ağbiniz olabilir çünkü kendinden içeriye taşmış suretinde morluk ve kırk çamur az satan kitaplar okursun kötü sanılan kerpiç evlerde böyle hayatı duymak gibi yirmi ikiden mardinli bir kadındır denizle ırmağı karıştıran boynundaki ilmekle çünkü her kadın kendinden göç edebilir çünkü her kadın ucuz bir müvekkildir eğer çok susmuşsa sırlarla kaplanır gerçek sandığın bir nar dağılmış gibi başaklar arasında buruşturulup atılmış yazdır rehaveti üstünde Ödüller: 2005 Behçet Necatigil Şiir Ödülü
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat