Pontus Antikçağ'dan Günümüze Karadeniz'in Etnik ve Siyasi Tarihi

Stok Kodu:
9786055410179
Boyut:
165-245
Sayfa Sayısı:
960
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2011-10
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
2. Hamur
Dili:
Türkçe
%20 indirimli
25.00
20.00
9786055410179
141799
Pontus
Pontus Antikçağ'dan Günümüze Karadeniz'in Etnik ve Siyasi Tarihi
20.00
Bu kitap, Karadeniz çevresinde beliren ilk yaşam izlerinden günümüze dek gerçekleşen tüm tarihî gelişmeleri jeopolitik odaklı değerlendiren bir tarih anlayışının yanı sıra; coğrafya, arkeoloji, etnoloji, folklor, hatta genetik kaynaklar da kullanılarak oluşturulmuş disiplinlerarası bir çalışmadır. Karadeniz kıyısında ortaya çıkan yerleşimleri; otokton halklar ile istilacılar arasında doğal kaynakların paylaşımına paralel olarak gelişen yerleşim ve çatışma ilişkisini; Karadeniz'e egemen olmak isteyen güç odaklarının mücadele ve yönetim modellerini; zaman içinde yaşanan göç, sürgün ve çatışmaları; mümkün olduğunca 20. yüzyılın ideolojik kurgularından uzak durmaya çalışılarak okuyucuya sunulmaktadır. Dolayısıyla Pontus: Antikçağ'dan Günümüze Karadeniz'in Etnik ve Siyasi Tarihi, Türk arşivlerindeki verileri pek alışılmadık bir biçimde İngiliz, Yunan, Ermeni ve Rus arşiv ile kaynaklarıyla kıyaslayarak ele alan, güncel makale ve bulguların yanı sıra yerel dil ile folklorik arşivleri de yorumlayarak kullanan devrimci bir çalışma olup tarih, arkeoloji ve etnoloji meraklıları kadar Karadeniz havzasının jeopolitiğini anlama bağlamında kapsamlı içeriğiyle siyaset öğrencilerine de özgün bir vizyon kazandıracak niteliktedir. "1990'lı yıllardan itibaren popüler olan 'geçmişle hesaplaşma' bağlamında yakın tarihimizde yaşanan dramlarla yüzleşmeye çalışırken, dönemin kudretli İngiliz başbakanı Lloyd George'un ağzından "Türkler Anadolu'dan atılmalıdır" sözüyle ifade edilen ruh halinin politik yansımalarının Anadolu'da yaşanan pek çok trajediyle neden-sonuç ilişkisi içerisinde olduğunun da farkındayım. Dolayısıyla resmi söylemin ezberine mesafeli dururken aynı mesafeyi savaş propagandası mahsulü tezlere karşı da koruyup, mantık ve sağduyudan uzaklaşmadan, neresinden bakarsanız ancak orasını görebileceğiniz tarihin cam küresinde okuyucunun zihninde gerçeğe en yakın hayali kendimce oluşturmaya çalıştım. Tüm çabama karşın seçkinci ve Batı merkezli tarih yazımından fersah fersah uzakta kalamadığımın da farkındayım. Gittikçe zenginleşen, ama güvenilirlik açısından her zaman sorgulanması gereken internet kaynaklarını, yakın zamanda gerçekleştirilen arkeolojik bulgu hatta genetik çalışmaları kitabıma dâhil etmekle, antik kaynakları mümkün olduğunca ilk elden orijinal dilinden değerlendirmeye çalışmakla birlikte Osmanlı arşivi gibi ancak ikinci elden ulaşabildiğim kaynakları verimli kullanamamamın çalışmamın zayıf noktasını oluşturduğunu itiraf etmeliyim. Ayrıca Per Minas Bıjışkyan'ın 1819, Neal Ascherson'un 1995 ve Charles King'in 2004'te yayımlanan Karadeniz konulu çalışmalarından etkilendiğimi, ama Akdeniz'i ihtirasla sevdiğini itiraf eden Fernand Braudel'in 1949'da yayımlanan II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası adlı olağanüstü kurgu ve güzellikteki eserinin beni bu kitap için özellikle kışkırttığını söyleyebilirim. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kendi hatıralarını aradığı kent tarihi anlatım tarzından ne kadar uzak durmaya çalışsam da asırlar boyunca aynı potada eriyip yekvücut olan Rum, Türk ve Ermenileri birbirinden koparıp düşman kılan süreç ile acılı göç hikâyelerini dinlediğim; kökleri Trakya, Bulgaristan, Kırım, Abhazya, Gürcistan veya Romanya'ya dayanan dost, komşu ve akrabalarımın zorunlu göçleri sırasında yaşadığı sıkıntılara karşı tarafsız yaklaşmam mümkün olamadı. Ayrıca bir Trabzonlu olarak ortak kültür ve köklere sahip olduğumuz Rumların Anadolu'dan kopuş sürecinden ve aynı mekânları paylaştığımız tıpkımızın aynısı olan bu insanlarla 1-2 kuşak içerisinde tamamen yabancılaşmamızdan oldukça etkilendim. Özellikle 1923 sonrasında Atina ve Selanik'in kenar mahallelerinde neredeyse 50 yıl boyunca prefabrik evlerde Yunanistan'ın üvey evlatları olarak ağırlanan Anadolu'nun bu güzel çocuklarını ayakta tutan tek şeyin bir gün Anadolu'ya geri dönme umudu olduğunu, tıpkı bizim gibi anavatanlarında başı dik yaşamanın mücadelesini vermek dışında başka bir günahları olmadığını bilmenin vicdanıma taşıttığı ağır yükü de okuyucuyla paylaşarak hafifletmek istedim." -Özhan Öztürk-
Bu kitap, Karadeniz çevresinde beliren ilk yaşam izlerinden günümüze dek gerçekleşen tüm tarihî gelişmeleri jeopolitik odaklı değerlendiren bir tarih anlayışının yanı sıra; coğrafya, arkeoloji, etnoloji, folklor, hatta genetik kaynaklar da kullanılarak oluşturulmuş disiplinlerarası bir çalışmadır. Karadeniz kıyısında ortaya çıkan yerleşimleri; otokton halklar ile istilacılar arasında doğal kaynakların paylaşımına paralel olarak gelişen yerleşim ve çatışma ilişkisini; Karadeniz'e egemen olmak isteyen güç odaklarının mücadele ve yönetim modellerini; zaman içinde yaşanan göç, sürgün ve çatışmaları; mümkün olduğunca 20. yüzyılın ideolojik kurgularından uzak durmaya çalışılarak okuyucuya sunulmaktadır. Dolayısıyla Pontus: Antikçağ'dan Günümüze Karadeniz'in Etnik ve Siyasi Tarihi, Türk arşivlerindeki verileri pek alışılmadık bir biçimde İngiliz, Yunan, Ermeni ve Rus arşiv ile kaynaklarıyla kıyaslayarak ele alan, güncel makale ve bulguların yanı sıra yerel dil ile folklorik arşivleri de yorumlayarak kullanan devrimci bir çalışma olup tarih, arkeoloji ve etnoloji meraklıları kadar Karadeniz havzasının jeopolitiğini anlama bağlamında kapsamlı içeriğiyle siyaset öğrencilerine de özgün bir vizyon kazandıracak niteliktedir. "1990'lı yıllardan itibaren popüler olan 'geçmişle hesaplaşma' bağlamında yakın tarihimizde yaşanan dramlarla yüzleşmeye çalışırken, dönemin kudretli İngiliz başbakanı Lloyd George'un ağzından "Türkler Anadolu'dan atılmalıdır" sözüyle ifade edilen ruh halinin politik yansımalarının Anadolu'da yaşanan pek çok trajediyle neden-sonuç ilişkisi içerisinde olduğunun da farkındayım. Dolayısıyla resmi söylemin ezberine mesafeli dururken aynı mesafeyi savaş propagandası mahsulü tezlere karşı da koruyup, mantık ve sağduyudan uzaklaşmadan, neresinden bakarsanız ancak orasını görebileceğiniz tarihin cam küresinde okuyucunun zihninde gerçeğe en yakın hayali kendimce oluşturmaya çalıştım. Tüm çabama karşın seçkinci ve Batı merkezli tarih yazımından fersah fersah uzakta kalamadığımın da farkındayım. Gittikçe zenginleşen, ama güvenilirlik açısından her zaman sorgulanması gereken internet kaynaklarını, yakın zamanda gerçekleştirilen arkeolojik bulgu hatta genetik çalışmaları kitabıma dâhil etmekle, antik kaynakları mümkün olduğunca ilk elden orijinal dilinden değerlendirmeye çalışmakla birlikte Osmanlı arşivi gibi ancak ikinci elden ulaşabildiğim kaynakları verimli kullanamamamın çalışmamın zayıf noktasını oluşturduğunu itiraf etmeliyim. Ayrıca Per Minas Bıjışkyan'ın 1819, Neal Ascherson'un 1995 ve Charles King'in 2004'te yayımlanan Karadeniz konulu çalışmalarından etkilendiğimi, ama Akdeniz'i ihtirasla sevdiğini itiraf eden Fernand Braudel'in 1949'da yayımlanan II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası adlı olağanüstü kurgu ve güzellikteki eserinin beni bu kitap için özellikle kışkırttığını söyleyebilirim. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kendi hatıralarını aradığı kent tarihi anlatım tarzından ne kadar uzak durmaya çalışsam da asırlar boyunca aynı potada eriyip yekvücut olan Rum, Türk ve Ermenileri birbirinden koparıp düşman kılan süreç ile acılı göç hikâyelerini dinlediğim; kökleri Trakya, Bulgaristan, Kırım, Abhazya, Gürcistan veya Romanya'ya dayanan dost, komşu ve akrabalarımın zorunlu göçleri sırasında yaşadığı sıkıntılara karşı tarafsız yaklaşmam mümkün olamadı. Ayrıca bir Trabzonlu olarak ortak kültür ve köklere sahip olduğumuz Rumların Anadolu'dan kopuş sürecinden ve aynı mekânları paylaştığımız tıpkımızın aynısı olan bu insanlarla 1-2 kuşak içerisinde tamamen yabancılaşmamızdan oldukça etkilendim. Özellikle 1923 sonrasında Atina ve Selanik'in kenar mahallelerinde neredeyse 50 yıl boyunca prefabrik evlerde Yunanistan'ın üvey evlatları olarak ağırlanan Anadolu'nun bu güzel çocuklarını ayakta tutan tek şeyin bir gün Anadolu'ya geri dönme umudu olduğunu, tıpkı bizim gibi anavatanlarında başı dik yaşamanın mücadelesini vermek dışında başka bir günahları olmadığını bilmenin vicdanıma taşıttığı ağır yükü de okuyucuyla paylaşarak hafifletmek istedim." -Özhan Öztürk-
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat