Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali

Stok Kodu:
1000000046694
Sayfa Sayısı:
288
Basım Yeri:
İstanbul
Basım Tarihi:
1994
%20 indirimli
5.25
4.20
1000000046694
63540
Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali
Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali
4.20
Nefse ve onu şekillendirene, sonra ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene andolsun ki: Kendini arıtan saadete ermiştir. Nefsini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır.(eş-Şems,7-10) Şahsiyet ile ilgili kanunların incelenmesi İslâm da nefis tahlilleri ile başlamış; amellerin incelikleri, niyetin ihlâsı, davranışların gerçek sâikleri (motifleri) ile ilgilenen fıkıh ve tasavvuf âlimleri bu konu ile ilgili çalışmalar yapmışlardır. İnsanın aslı, kendisi, arzuları, beşerî âlemle, behîmî âlemle ve ulvî âlemle alâkalı olan nefsin araştırılması İslâm ın ortaya çıkışından sonraki ilk devirlerde fıkh ın geniş mânâsının şümulü içinde mütâlâa edilmiştir. İmâm-ı A zâm Ebû Hanîfe nin fıkhı tarifi şöyledir: "Fıkıh, nefsin leh ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir." Fıkhın böyle geniş mânâda ele alınmasıyla ilk önce nefsin bütün durumlarının incelenmesi zarureti ortaya çıkmaktadır. "Önceleri nefis âlimi olmak, fıkhın şumûlü altında farz ilimlerden sayılmaktaydı." Daha sonraları fıkıh, dar anlama, yani ibadet ve muamelât hükümlerine hasredilmiştir. Bu sahadaki derin incelemelere daha çok tasavvufî kaynaklarda rastlamak mümkündür. Nefsin güçleri ve durumu bilinmeden ibadete geçmenin eksikliği açıktır. Meselâ, niyet in ihlâsı sağlanmadan yapılan ibadetlerin kabule şâyân olmadığı ve beklenen yükselmeyi sağlayamaması bilinen bir husustur. Nitekim, "Amellerin kıymetleri ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan ancak odur..." mealindeki hadise göre niyetler, amellerin ruhudur, aslıdır. Kötü bir niyetle en iyi bir amel sevapsız kalır; iyi bir niyetle de alelade bir dünyevî fiil me cûr olur. Niyetlerin hâlis olup olmadığının bilinmesi ise çok zordur. Çoğu zaman fert, niyetinin farkında değildir. Niyet ve diğer psikolojik vetirelerin bilinmesi nefis (şahsiyet) tahlillerini gerektirir. Bu hususta derin vukuf olmadan karar verilemeyecek birçok incelikler vardır. Gazâlî bu ilme İlmu s-sır diyor. Nefsi tanımanın diğer bir yönü de, nefsi tanımanın insanı İlâhî hakîkatlara ulaştırmasıdır. Zira Kur ân-ı Kerîm de: "Kudretimize delâlet eden âyetlerimizi, âfâkta ve kendi öz nefislerinde onlara göstereceğiz." Buyurularak, Rasûlullah (s.a.v.) in bildirdiklerinin gerçek olduğunun bilinmesine götüren Allah Telâlâ nın apaçık alâmetlerinin kâinatta ve insan şahsiyeti üzerinde yapılacak incelemelerle görüleceği beyân edilmiştir. Kişi nefsini bildiği takdirde Rabbini de bilir. Nefsi araştırma, enfüsî delilleri, kâinatı araştırma ise âfâkî (objektif) delilleri meydana getirmektedir. İnsan diğer yaratıklardan farklı olarak hem kendinin hem de başkalarının varlığının farkındadır. Kendi ben ini araştırma, anlama ise insanın diğer mahlûkattan ayrı bir yaratılışta yüce bir varlık olduğunu ortaya koyan bir meseledir (ben basireti). İnsan, kâinatı objektif ilmî delillerle ve metodlarla araştırdığı gibi, kendi nefsindeki vakıaları de tahlil edebilmelidir. Nefsini araştırırken insanın tam bir objektivite içinde olması oldukça zordur; belki de insanlığın en zor problemlerindendir. Zira nefsi içinde bulunduğu durumda incelerken bu içinde bulunulan durum, bir perde teşkil etmekte, hakikati olduğu gibi görmek yerine hakikat ve durum bu perde arkasından incelenmektedir. Meselâ, gururlu bir insanın kendisinde gurur görmemesi gibi. Gerçekleri olduğu gibi görmenin zor oluşunun sebepleri çoktur: Muhakemenin eksikliği veya gelişmemiş olması, motivasyonel güçlerin, ibtidâî duyguların etkisi, taassub, peşin hükümler gibi. İnsan hayatının gayesi, nefsi tanıma, süflî arzuların üstüne çıkma, ulvî ve insanî güçlerini geliştirmekle başlar; aksi halde hayat anlamsız ve gayesiz kalır; insanlar, kendileri ve başkaları için tahrip unsuru olurlar. Ferdî ve içtimaî huzura ulaşmak, insan hayatının gayesiyle yakından ilgilidir. İnsanî beni(kendini) geliştirilmekle sevgi, adalet ve fazîlet e ulaşılmaktadır. Yoksa insan, ilkel isteklerin, sosyal motiflerin esareti ve baskısı altında yaşamaya mahkûm olacaktır. Nefsteki ilkel isteklerin ve bunların şekil değiştirmiş ikinci derecedeki motiflerinden doğan, para konfor, mevki, başarı gibi sâiklerin esaretinden kurtulamayacak ve bu esareti, ferdin en büyük mahrumiyeti ve huzursuzluğu olacaktır. İnsan, ancak Allah a kulluk için yaratılmıştır; huzuru ve tatmini bu kulluk ile mümkündür. Allah a kulluk yerine hevâ, aşırılık ve azgınlıkların esaretinde olan insan, sıkıntılardan kurtulamaz. Allah a gerçek kulluk ise nefsin tanınmasıyla olur. Terbiyenin gayesi, insana insanî hayatın gayesini ve buna ulaşmanın yollarını göstermekdir. Buna ŞAHSİYET TERBİYESİ diyebiliriz. İnsan, şahsiyetini yüceltmek ve aydınlatmak ile mükellef tutulmuştur. Bu yükümlülük, bütün ilâhî, dinlerin müşterek bir emridir. İnsanlar, nefis terbiyeti ile şahsiyette denge ye ulaşacaklardır. İfrat tefritin tam ortasında, nefsin de hakkını gözeterek, bütün hareketlerde denge ve itidal i koruyan, nefsinin durumunu inceleme olgunluğuna ulaşan insan, beşerî münasebetlerde olgunluğa ve uyuma (ülfet) ulaşacak, nihayet şahsiyet terbiyesinin nihâî hedefi olan Allah sevgisine (muhabbetullah) kavuşacaktır. Allah sevgisine götüren yol, tehzib ve temizlikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) in sünnetine, fıtrat dîni olan İslâm ın prensiplerine uygun yaşayış ile kalbin nurlandırılmasıdır. Gazâli ye göre ilimlerin son noktası olan mükâşefe ilmi, kalb temizlendikten ve bütün kötü karakterlerden arındıktan sonra kalbte ortaya çıkan bir nurdur. Nefsin araştırılması gereğine işaret eden sözlere eski Çin, Mısır ve Yunan da rastlıyoruz. Meselâ Konfiçyus diyor ki: "Tanrıyı, daha doğrusu tanrılığı tanımak için insanın kendi ben ini insanda tanrısal olan kuvveti araştırması lâzımdır. Değişmeyen, öncesiz ve sonrasız olan şey bu manevî ben de mevcuttur. Bunu araştırmak ve incelemek, gerçek dinle uğraşmak demektir." Sokrat ın eğitim amacı, bilhassa karakteri kuvvetlendirmek noktasında toplanırdı. Karakter ona göre insanın manevî ve ahlâkî bakımdan kendini tanımasıydı. Gerçek anlamıyla kendini tanıma ve bundan meydana gelen düşünce ve iç rahatlığının eğitimin amaçlarından olduğunu kabul ediyordu. Pestalozzi (1827) nin talebesi olan Frobel (1852) ise insanın kendi iç kanununu, özünü geliştirmek, şuurlandırmak için etkide bulunmayı eğitimin gayesi olarak kabul eder. Frobel e göre eğitimin amacı, insanın özündeki ebedî, değişmez ve bu nedenle de kutsal olan şeyi geliştirmektir.
Nefse ve onu şekillendirene, sonra ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene andolsun ki: Kendini arıtan saadete ermiştir. Nefsini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır.(eş-Şems,7-10) Şahsiyet ile ilgili kanunların incelenmesi İslâm da nefis tahlilleri ile başlamış; amellerin incelikleri, niyetin ihlâsı, davranışların gerçek sâikleri (motifleri) ile ilgilenen fıkıh ve tasavvuf âlimleri bu konu ile ilgili çalışmalar yapmışlardır. İnsanın aslı, kendisi, arzuları, beşerî âlemle, behîmî âlemle ve ulvî âlemle alâkalı olan nefsin araştırılması İslâm ın ortaya çıkışından sonraki ilk devirlerde fıkh ın geniş mânâsının şümulü içinde mütâlâa edilmiştir. İmâm-ı A zâm Ebû Hanîfe nin fıkhı tarifi şöyledir: "Fıkıh, nefsin leh ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir." Fıkhın böyle geniş mânâda ele alınmasıyla ilk önce nefsin bütün durumlarının incelenmesi zarureti ortaya çıkmaktadır. "Önceleri nefis âlimi olmak, fıkhın şumûlü altında farz ilimlerden sayılmaktaydı." Daha sonraları fıkıh, dar anlama, yani ibadet ve muamelât hükümlerine hasredilmiştir. Bu sahadaki derin incelemelere daha çok tasavvufî kaynaklarda rastlamak mümkündür. Nefsin güçleri ve durumu bilinmeden ibadete geçmenin eksikliği açıktır. Meselâ, niyet in ihlâsı sağlanmadan yapılan ibadetlerin kabule şâyân olmadığı ve beklenen yükselmeyi sağlayamaması bilinen bir husustur. Nitekim, "Amellerin kıymetleri ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan ancak odur..." mealindeki hadise göre niyetler, amellerin ruhudur, aslıdır. Kötü bir niyetle en iyi bir amel sevapsız kalır; iyi bir niyetle de alelade bir dünyevî fiil me cûr olur. Niyetlerin hâlis olup olmadığının bilinmesi ise çok zordur. Çoğu zaman fert, niyetinin farkında değildir. Niyet ve diğer psikolojik vetirelerin bilinmesi nefis (şahsiyet) tahlillerini gerektirir. Bu hususta derin vukuf olmadan karar verilemeyecek birçok incelikler vardır. Gazâlî bu ilme İlmu s-sır diyor. Nefsi tanımanın diğer bir yönü de, nefsi tanımanın insanı İlâhî hakîkatlara ulaştırmasıdır. Zira Kur ân-ı Kerîm de: "Kudretimize delâlet eden âyetlerimizi, âfâkta ve kendi öz nefislerinde onlara göstereceğiz." Buyurularak, Rasûlullah (s.a.v.) in bildirdiklerinin gerçek olduğunun bilinmesine götüren Allah Telâlâ nın apaçık alâmetlerinin kâinatta ve insan şahsiyeti üzerinde yapılacak incelemelerle görüleceği beyân edilmiştir. Kişi nefsini bildiği takdirde Rabbini de bilir. Nefsi araştırma, enfüsî delilleri, kâinatı araştırma ise âfâkî (objektif) delilleri meydana getirmektedir. İnsan diğer yaratıklardan farklı olarak hem kendinin hem de başkalarının varlığının farkındadır. Kendi ben ini araştırma, anlama ise insanın diğer mahlûkattan ayrı bir yaratılışta yüce bir varlık olduğunu ortaya koyan bir meseledir (ben basireti). İnsan, kâinatı objektif ilmî delillerle ve metodlarla araştırdığı gibi, kendi nefsindeki vakıaları de tahlil edebilmelidir. Nefsini araştırırken insanın tam bir objektivite içinde olması oldukça zordur; belki de insanlığın en zor problemlerindendir. Zira nefsi içinde bulunduğu durumda incelerken bu içinde bulunulan durum, bir perde teşkil etmekte, hakikati olduğu gibi görmek yerine hakikat ve durum bu perde arkasından incelenmektedir. Meselâ, gururlu bir insanın kendisinde gurur görmemesi gibi. Gerçekleri olduğu gibi görmenin zor oluşunun sebepleri çoktur: Muhakemenin eksikliği veya gelişmemiş olması, motivasyonel güçlerin, ibtidâî duyguların etkisi, taassub, peşin hükümler gibi. İnsan hayatının gayesi, nefsi tanıma, süflî arzuların üstüne çıkma, ulvî ve insanî güçlerini geliştirmekle başlar; aksi halde hayat anlamsız ve gayesiz kalır; insanlar, kendileri ve başkaları için tahrip unsuru olurlar. Ferdî ve içtimaî huzura ulaşmak, insan hayatının gayesiyle yakından ilgilidir. İnsanî beni(kendini) geliştirilmekle sevgi, adalet ve fazîlet e ulaşılmaktadır. Yoksa insan, ilkel isteklerin, sosyal motiflerin esareti ve baskısı altında yaşamaya mahkûm olacaktır. Nefsteki ilkel isteklerin ve bunların şekil değiştirmiş ikinci derecedeki motiflerinden doğan, para konfor, mevki, başarı gibi sâiklerin esaretinden kurtulamayacak ve bu esareti, ferdin en büyük mahrumiyeti ve huzursuzluğu olacaktır. İnsan, ancak Allah a kulluk için yaratılmıştır; huzuru ve tatmini bu kulluk ile mümkündür. Allah a kulluk yerine hevâ, aşırılık ve azgınlıkların esaretinde olan insan, sıkıntılardan kurtulamaz. Allah a gerçek kulluk ise nefsin tanınmasıyla olur. Terbiyenin gayesi, insana insanî hayatın gayesini ve buna ulaşmanın yollarını göstermekdir. Buna ŞAHSİYET TERBİYESİ diyebiliriz. İnsan, şahsiyetini yüceltmek ve aydınlatmak ile mükellef tutulmuştur. Bu yükümlülük, bütün ilâhî, dinlerin müşterek bir emridir. İnsanlar, nefis terbiyeti ile şahsiyette denge ye ulaşacaklardır. İfrat tefritin tam ortasında, nefsin de hakkını gözeterek, bütün hareketlerde denge ve itidal i koruyan, nefsinin durumunu inceleme olgunluğuna ulaşan insan, beşerî münasebetlerde olgunluğa ve uyuma (ülfet) ulaşacak, nihayet şahsiyet terbiyesinin nihâî hedefi olan Allah sevgisine (muhabbetullah) kavuşacaktır. Allah sevgisine götüren yol, tehzib ve temizlikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) in sünnetine, fıtrat dîni olan İslâm ın prensiplerine uygun yaşayış ile kalbin nurlandırılmasıdır. Gazâli ye göre ilimlerin son noktası olan mükâşefe ilmi, kalb temizlendikten ve bütün kötü karakterlerden arındıktan sonra kalbte ortaya çıkan bir nurdur. Nefsin araştırılması gereğine işaret eden sözlere eski Çin, Mısır ve Yunan da rastlıyoruz. Meselâ Konfiçyus diyor ki: "Tanrıyı, daha doğrusu tanrılığı tanımak için insanın kendi ben ini insanda tanrısal olan kuvveti araştırması lâzımdır. Değişmeyen, öncesiz ve sonrasız olan şey bu manevî ben de mevcuttur. Bunu araştırmak ve incelemek, gerçek dinle uğraşmak demektir." Sokrat ın eğitim amacı, bilhassa karakteri kuvvetlendirmek noktasında toplanırdı. Karakter ona göre insanın manevî ve ahlâkî bakımdan kendini tanımasıydı. Gerçek anlamıyla kendini tanıma ve bundan meydana gelen düşünce ve iç rahatlığının eğitimin amaçlarından olduğunu kabul ediyordu. Pestalozzi (1827) nin talebesi olan Frobel (1852) ise insanın kendi iç kanununu, özünü geliştirmek, şuurlandırmak için etkide bulunmayı eğitimin gayesi olarak kabul eder. Frobel e göre eğitimin amacı, insanın özündeki ebedî, değişmez ve bu nedenle de kutsal olan şeyi geliştirmektir.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat