Sapkınlıkla Mücadelede Kilise Hukuku

Stok Kodu:
9786257067423
Boyut:
140-210
Sayfa Sayısı:
557
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2021-01
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
Ivory
Dili:
Türkçe
%20 indirimli
45.00
36.00
9786257067423
518177
Sapkınlıkla Mücadelede Kilise Hukuku
Sapkınlıkla Mücadelede Kilise Hukuku
36
İnsanoğlunun doğasında bir dereceye kadar herkesin içinde bir miktar büyük ya da küçük "sapkınlık" vardır ve sapkın dürtüler her zaman ortaya çıkmaya isteklidir. İster vicdan, etik ve ahlak tarafından dayatılan iç kısıtlamalar, ister toplum tarafından dayatılan dış kısıtlamalar ve alay etme, dışlanma veya hapse girme korkusu nedeniyle; çoğu insan içsel sapkınlıklarını sıkı sıkıya kontrol altında tutmak için sağduyulu ve öz disipline sahiptir.

Sapkın eğilimler ve dini tabular, zamanın başlangıcından beri cinsel deneyimin dokusundan yeşerdi, gelişti ve insanlar seks yaptıkları sürece sapkınlıkda hep var oldu. M.Ö. 3000 yılındaki Eski Mısır'da ölüm ibadetlerindeki Nekrofili (ölülerle seks)'den tutun, 2600 yıl öncesi Antikçağ'daki Dionysos Bağ Bozumu Şenlikleri'ndeki grup sekslere; Roma İmparatoru Caligula'nın vahşi partilerinden, küçük Hristiyan tarikatlarının merak uyandırıcı ve gizemli uygulamalarına kadar dünya tarihi; günümüz festivallerinden ve modern dönemden çok önce başlamış olan sapkın, tuhaf, sıra dışı ve düpedüz kötü fantezilerden yoksun değildir.

Tarihte cinsel sapkınlığın zamanla teolojiye, hukuka, psikolojiye, sosyolojiye, felsefe gibi her alanı etkilemesi; Roma İmparatorluğu ile uzlaşarak Hz. İsa'nın inancını Hristiyanlık haline getiren havari St. Pavlus'un Pagan, Şaman ve kısmen de olsa Zerdüşt geleneklerini dinle sentezlemesi ve bunun gibi çeşitli nedenlerle Hristiyanlığın bozulduğuna yani saptırıldığına dair tartışmalara tezahür etmiştir. Buna koşut olarak Hristiyanlar, Katolik Kilisesi hem dünyevi hem de uhrevi olarak tek meşruluk kaynağı olmanın konforu/tekelci imkânlarını sürdürmesi sonucu; aydınlanma, modernite, sekülerleşme ve Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkan toplumsal ortam ve liberal talepler gibi reform hareketlerine paralel olarak sapkın tarikatlarda dini restore ederek tekrar tasarımlamak istemişlerdi. Bunun neticesinde IV. yüzyılda Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu himayesine girmesiyle ilk sapkın hareketlerin dini, kamu düzeni ve güvenliğini etkilemeye başladığı Roma Hukuku'na kadar dayansa da; sapkınlığın kilise prestijini etkilemesi sonucu Papa'nın ruhani otoritesini daha da güçlendirmek, teşkilatı ve hukuk sistemiyle tamamen bağımsız bir statüye kavuşmak için, Roma sivil hukukundan ayrı olarak kendi hukuk sistemini oluşturma gereği duyulmasıyla; XI. yüzyılın ortalarında "Kilise Hukuku" ilmini doğurmuştur. Bazı tarihçilere göre köken itibarıyla vahye dayalı bir din olduğu ve mukaddes bir kitabı bulunduğu için Hristiyanlığında haliyle doğasında şeriatının olması nedeniyle Kilise Hukuku ilmi doğarken, İslam Hukuku'nun etkisi altında kalmıştı. Hristiyanlık, İslam dininden altı asır önce doğmasına rağmen mensupları ancak Müslümanlardan altı asır sonra bir hukuk ilmi ortaya koyabilmişlerdir. Kilise hukukçularının model ve sistem açısından daha çok Roma Hukuku'ndan yararlandığı kabul edilmesine rağmen İslam Hukuku'nun direk tesiri olmasa dahi en azından İslam medeniyetinin Batı medeniyetine etkisi oranında Kilise hukukçularına örnek sunduğu ve motive edici rol oynadığı söylenebilir.

Aslında tarihte İslam Hukuku'nun sapkınlık suçları mücadele yöntemlerindeki Şer'i yasakları, Şer'an miktarı belirlenmiş ceza oranları ile Kilise Hukuku'nun İsevi Şer'i yasakları ve Şer'an ceza oranlarının aynı olması gibi Hristiyanlık ile İslamiyet'in etkileşimi bununla da sınırlı değildi.

Sapkınlıkla mücadelede Hristiyanlar'ın ve Müslümanlar'ın 1400 yıldır bilinmeyen kâdim öğretileri içinde barındıran "Gnostisizm", insanlık tarihi boyunca seçkin insanlar tarafından günümüze kadar gerçekleri ve doğruları ulaştırılırken; buna karşılık sapkınlığın önce Hristiyanlık sonra İslâm altında yüzyıllar boyunca varlıklarını sürdürerek, sapkın toplulukların aralarında benzerlikler oluşturmuştur. Hristiyan ve İslâm mistizmi birbirine deruni bir yapıyla bağlayan unsurlardan biri olan maddeden manaya geçerken Tanrı'ya ulaşma amacı taşıdığı düşünülse de, "En-el Hak" söylemi, ana ekseni oluşturan mihenk taşıdır. Oysa "Yaratıcı zekâya sahip olmak" her zaman iki dinin Okültistleri için yegâne hedeftir.

Diğer bir örnek ise yüzyıllarca boyunca İstanbul, kâdim bilgilerin muhafaza edildiği doğu-batı üzerindeki yegâne köprü ve iki dünyanın mistisizm ustalarının buluşma noktasıdır. Tarihe baktığımızda felsefe taşının mucidi Nicolas Flamel, toksikolojinin kurucusu Paracelsus, Goethe'nin Faust'u, ünlü çapkın Giacomo Casanova, üç bin yaşındaki Kont Alessandro di Cagliostro, Nazi Partisi'ni kuran Thule Örgütü'nün kurucusu Rudolf von Sebottendorf, ünlü mistik George Gurdjieff, "Dünyanın En Kötü Adamı" unvanlı Aleister Crowley, Hitler'in Yahudi medyumu Erik Jan Hanussen ve Britanya Şeyhülislamı Abdullah Quilliam gibi birçok sapkın İstanbul'a gelmişlerdir.

Gerçek şu ki, Hristiyanlık için toplumsal kontrolü sağlamak amacıyla Hz. İsa'yı tarihi bir karakter haline getirmek politik bir gereksinimdi. Bu nedenler M.S. 325 yılında Roma hükümdarı Konstantin (Constantine), İznik (Nicea) Konseyi'ni topladı. Konsey görüşmeleri sırasında, politik olarak şekillendirilen günümüz Hristiyanlık öğretileri kabul edildi ve bu tarihten itibaren Hristiyanlık adına kan dökülmeye başlandı. Bunu takip eden 1600 yıl boyunca Vatikan, tüm Avrupa üzerinde etkili politik bir kale haline geldi. Bu 1600 yıllık süreç, "Karanlık Çağlar" olarak anılan zaman dilimlerine liderlik ederek "Engizisyon Mahkemeleri" ve "Haçlı Seferleri" gibi tarihi olaylara neden oldu.

Tarih boyunca Hristiyanlık, benzeri bütün ilahi inanç sistemleri gibi döneminin hurafesi yönünden kendi içinde hep tartışılmıştır. Sapkın insanlar, mensubu olduğu Hristiyanlığı gerçek dünyadan ve dolayısıyla birbirlerinden koparma amacına hizmet etmiştir. Bu da insanların otoriteye sorgulamadan kendileri gibi düşünen sapkın tarikatlara itaat etmesini sağladı. Tarih boyunca sapkınlık genel bir ifadeyle; "her şeyi kontrol eden bir Tanrı'nın var olmadığı" iddiasıyla insanların sorumluluk duygusunu zayıflattı ve utanç verici suçları din uğruna işlenildiği takdirde haklı kılındığı ama en önemlisi, gerçeği bildiği halde bu hikâyeleri kullanan insanlara da toplumu yönlendirme ve kontrol etme gücü imkânı kılındı.
İnsanoğlunun doğasında bir dereceye kadar herkesin içinde bir miktar büyük ya da küçük "sapkınlık" vardır ve sapkın dürtüler her zaman ortaya çıkmaya isteklidir. İster vicdan, etik ve ahlak tarafından dayatılan iç kısıtlamalar, ister toplum tarafından dayatılan dış kısıtlamalar ve alay etme, dışlanma veya hapse girme korkusu nedeniyle; çoğu insan içsel sapkınlıklarını sıkı sıkıya kontrol altında tutmak için sağduyulu ve öz disipline sahiptir.

Sapkın eğilimler ve dini tabular, zamanın başlangıcından beri cinsel deneyimin dokusundan yeşerdi, gelişti ve insanlar seks yaptıkları sürece sapkınlıkda hep var oldu. M.Ö. 3000 yılındaki Eski Mısır'da ölüm ibadetlerindeki Nekrofili (ölülerle seks)'den tutun, 2600 yıl öncesi Antikçağ'daki Dionysos Bağ Bozumu Şenlikleri'ndeki grup sekslere; Roma İmparatoru Caligula'nın vahşi partilerinden, küçük Hristiyan tarikatlarının merak uyandırıcı ve gizemli uygulamalarına kadar dünya tarihi; günümüz festivallerinden ve modern dönemden çok önce başlamış olan sapkın, tuhaf, sıra dışı ve düpedüz kötü fantezilerden yoksun değildir.

Tarihte cinsel sapkınlığın zamanla teolojiye, hukuka, psikolojiye, sosyolojiye, felsefe gibi her alanı etkilemesi; Roma İmparatorluğu ile uzlaşarak Hz. İsa'nın inancını Hristiyanlık haline getiren havari St. Pavlus'un Pagan, Şaman ve kısmen de olsa Zerdüşt geleneklerini dinle sentezlemesi ve bunun gibi çeşitli nedenlerle Hristiyanlığın bozulduğuna yani saptırıldığına dair tartışmalara tezahür etmiştir. Buna koşut olarak Hristiyanlar, Katolik Kilisesi hem dünyevi hem de uhrevi olarak tek meşruluk kaynağı olmanın konforu/tekelci imkânlarını sürdürmesi sonucu; aydınlanma, modernite, sekülerleşme ve Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkan toplumsal ortam ve liberal talepler gibi reform hareketlerine paralel olarak sapkın tarikatlarda dini restore ederek tekrar tasarımlamak istemişlerdi. Bunun neticesinde IV. yüzyılda Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu himayesine girmesiyle ilk sapkın hareketlerin dini, kamu düzeni ve güvenliğini etkilemeye başladığı Roma Hukuku'na kadar dayansa da; sapkınlığın kilise prestijini etkilemesi sonucu Papa'nın ruhani otoritesini daha da güçlendirmek, teşkilatı ve hukuk sistemiyle tamamen bağımsız bir statüye kavuşmak için, Roma sivil hukukundan ayrı olarak kendi hukuk sistemini oluşturma gereği duyulmasıyla; XI. yüzyılın ortalarında "Kilise Hukuku" ilmini doğurmuştur. Bazı tarihçilere göre köken itibarıyla vahye dayalı bir din olduğu ve mukaddes bir kitabı bulunduğu için Hristiyanlığında haliyle doğasında şeriatının olması nedeniyle Kilise Hukuku ilmi doğarken, İslam Hukuku'nun etkisi altında kalmıştı. Hristiyanlık, İslam dininden altı asır önce doğmasına rağmen mensupları ancak Müslümanlardan altı asır sonra bir hukuk ilmi ortaya koyabilmişlerdir. Kilise hukukçularının model ve sistem açısından daha çok Roma Hukuku'ndan yararlandığı kabul edilmesine rağmen İslam Hukuku'nun direk tesiri olmasa dahi en azından İslam medeniyetinin Batı medeniyetine etkisi oranında Kilise hukukçularına örnek sunduğu ve motive edici rol oynadığı söylenebilir.

Aslında tarihte İslam Hukuku'nun sapkınlık suçları mücadele yöntemlerindeki Şer'i yasakları, Şer'an miktarı belirlenmiş ceza oranları ile Kilise Hukuku'nun İsevi Şer'i yasakları ve Şer'an ceza oranlarının aynı olması gibi Hristiyanlık ile İslamiyet'in etkileşimi bununla da sınırlı değildi.

Sapkınlıkla mücadelede Hristiyanlar'ın ve Müslümanlar'ın 1400 yıldır bilinmeyen kâdim öğretileri içinde barındıran "Gnostisizm", insanlık tarihi boyunca seçkin insanlar tarafından günümüze kadar gerçekleri ve doğruları ulaştırılırken; buna karşılık sapkınlığın önce Hristiyanlık sonra İslâm altında yüzyıllar boyunca varlıklarını sürdürerek, sapkın toplulukların aralarında benzerlikler oluşturmuştur. Hristiyan ve İslâm mistizmi birbirine deruni bir yapıyla bağlayan unsurlardan biri olan maddeden manaya geçerken Tanrı'ya ulaşma amacı taşıdığı düşünülse de, "En-el Hak" söylemi, ana ekseni oluşturan mihenk taşıdır. Oysa "Yaratıcı zekâya sahip olmak" her zaman iki dinin Okültistleri için yegâne hedeftir.

Diğer bir örnek ise yüzyıllarca boyunca İstanbul, kâdim bilgilerin muhafaza edildiği doğu-batı üzerindeki yegâne köprü ve iki dünyanın mistisizm ustalarının buluşma noktasıdır. Tarihe baktığımızda felsefe taşının mucidi Nicolas Flamel, toksikolojinin kurucusu Paracelsus, Goethe'nin Faust'u, ünlü çapkın Giacomo Casanova, üç bin yaşındaki Kont Alessandro di Cagliostro, Nazi Partisi'ni kuran Thule Örgütü'nün kurucusu Rudolf von Sebottendorf, ünlü mistik George Gurdjieff, "Dünyanın En Kötü Adamı" unvanlı Aleister Crowley, Hitler'in Yahudi medyumu Erik Jan Hanussen ve Britanya Şeyhülislamı Abdullah Quilliam gibi birçok sapkın İstanbul'a gelmişlerdir.

Gerçek şu ki, Hristiyanlık için toplumsal kontrolü sağlamak amacıyla Hz. İsa'yı tarihi bir karakter haline getirmek politik bir gereksinimdi. Bu nedenler M.S. 325 yılında Roma hükümdarı Konstantin (Constantine), İznik (Nicea) Konseyi'ni topladı. Konsey görüşmeleri sırasında, politik olarak şekillendirilen günümüz Hristiyanlık öğretileri kabul edildi ve bu tarihten itibaren Hristiyanlık adına kan dökülmeye başlandı. Bunu takip eden 1600 yıl boyunca Vatikan, tüm Avrupa üzerinde etkili politik bir kale haline geldi. Bu 1600 yıllık süreç, "Karanlık Çağlar" olarak anılan zaman dilimlerine liderlik ederek "Engizisyon Mahkemeleri" ve "Haçlı Seferleri" gibi tarihi olaylara neden oldu.

Tarih boyunca Hristiyanlık, benzeri bütün ilahi inanç sistemleri gibi döneminin hurafesi yönünden kendi içinde hep tartışılmıştır. Sapkın insanlar, mensubu olduğu Hristiyanlığı gerçek dünyadan ve dolayısıyla birbirlerinden koparma amacına hizmet etmiştir. Bu da insanların otoriteye sorgulamadan kendileri gibi düşünen sapkın tarikatlara itaat etmesini sağladı. Tarih boyunca sapkınlık genel bir ifadeyle; "her şeyi kontrol eden bir Tanrı'nın var olmadığı" iddiasıyla insanların sorumluluk duygusunu zayıflattı ve utanç verici suçları din uğruna işlenildiği takdirde haklı kılındığı ama en önemlisi, gerçeği bildiği halde bu hikâyeleri kullanan insanlara da toplumu yönlendirme ve kontrol etme gücü imkânı kılındı.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat